Amaaaaan bıktım, inanın ki bıktım. Fikret’ten, Sude’den,
Deniz’den… Kötü olan her şeyden! Sinan o yazlık evin anahtarını bana verseydi
keşke de azıcık gidip kafamı dinleseydim. Bu ne arkadaş, geril geril nereye
kadar? Yürek mi dayanır buna? Bir yanda sevdiği kadının yüzüne yüzüne “Sen
olmasan da ben başkalarını bulurdum böyle manyaklar gibi aşık olurdum kiiii”
diyen Ömer İplikçi, bir yanda kitlelere sus payı olarak verilmiş olduğunu düşündüğüm
bir “vuslat” olmayan “şey”...
Bu bölümün fragmanını, çıktığı günün gecesi uyumadan önce
izleme fırsatı bulmuştum. Keşke izlemeseymişim, sinirden uykularım kaçtı. Fragmanın
teması bildiğiniz üzere çoğu kişinin beklediği ve deli gibi talep ettiği bir “şey”di
biliyorum ama, Allah biliyor ya, ben hiç istemiyordum. “Şey”den öteye gidemeyeceğini
biliyordum çünkü. Defne veya Ömer’in, ikisinden birisinin, rüyası olmasını
istedim deli gibi. Değilmiş, lakin keşke olsaymış.
Haftalardır süren elma muhabbetinin ucu hikayeye böyle
bağlanmasaydı keşke. Ömer yine koşarak gelseydi Defne’sinin yanına, etrafı
dağılmış olarak gördükten sonraki endişesini Defne’sinin ağlamaktan şişmiş
gözlerine bakınca unutmasaydı da ağzından bir “Neler oluyor Defne, ne bu halin?”
duysaydık keşke. İlk adımı Defne attı, şak diye yapıştı adamın dudaklarına gerçi ama
şimdiye kadar itinayla çizilmiş kibar, zarif Signor İplikçi portresi o Defne’yi
orada durdururdu. Önce derdini anlamaya çalışırdı, her şeyden önce Defne’nin
kendinde olmayışını sorgulardı ya, neyse.
İş bir anda öyle farklı bir boyuta
bindi ki, izlediğimiz o son sahnede maalesef aşkın hiçbir hali bir izleyici
olarak şahsıma yansımadı. Fona koydukları şarkı olmasa başından sonuna bir hiçten
ibaretti. “Vuslat” diyerek göklere çıkarılan şey basitleşti kaldı öyle bir
köşede. Yasemin
ve Sinan BİLE bundan daha iyisini hak etmişken Defne ve Ömer’e yazık etmekten
başka bir şey değildi bu yapılan. Ne vakti, ne de yeriydi. Kısacası benim buralar pek alev almadı anlayacağınız.

Poz verirken de yakışıklıyım, aksiyon halindeyken de yakışıklıyım. Ben galiba yakışıklıyım....
Sanmayın ki değer yargılarım yüzünden at gözlüklerim ile
bakıyorum olaya. Hayat görüşümün de muhakkak etkisi vardır bu sahneye bakışımda
ancak büyük bir özlemle bu anı bekleyen Kiralık Aşk izleyicisinden sahneyi
tekrardan objektif bir gözle, sanki daha önce Kiralık Aşk'ı hiç izlememiş gibi seyretmesini rica ediyorum. Hiçbir özelliği,
güzelliği ve iç gıdıklayıcılığı olmadığını muhakkak ki o da fark edecektir.
Defne bir kalemi Ömer’i ayağına değdirdiğinde ve o kapı suratımıza
kapandığında elim ayağım heyecandan birbirine dolaşmıştı. Yine vakti zamanında Ömer
o muhteşem dansın sonunda evlenme teklifi ettiğinde de kalbimin pompaladığı her
bir litre kanı kulaklarımın zonklamasında hissetmiştim. Ama üzülerek söylüyorum
ki “beklenen” bu an, yaratması beklenen muhtemel etki ile yukarıda vermiş olduğum
ve çoğaltabileceğim bu iki örneğin bıraktığı etki tarafımca kıyas bile edilemedi.
Kızmayın söylediklerime. Baktım şöyle bir, küçük çaplı
sosyal medya araştırması yaptım. Benim dışımda genel olarak herkes memnun
sanırım. Zaten iflah olmaz bir romantik olan bünyem bahar ile beraber Nirvana’ya mı ulaştı
nedir, ne hissetsem yetmiyor sanki. Belki de sahne cidden güzeldi, belki hepsi
benim şımarıklığım yüzünden böyle ayağından vurulmuş ceylan gibi hissettirdi, ne bileyim? Yine de ısrarla tamamına ermemesini diliyorum, sadece sarılıp
uyumuşlardır inşallah. Umut fakirin ekmeği neticede, ne yapayım? Sarılıp kendilerinden geçtikleri anları, birbirlerine bakarlarken sarhoş olmalarını o ateşlendirilmeye çalışılmış ama pek de işe yaramamış sahnelere her zaman tek geçerim.

Anamın karnında biraz daha dursam güzel bakış olarak doğacakmışım...
Hey gidinin Ömer’i İplikçi'si hey! Her şey sırf seni dolaylı yoldan da olsa dünya evine
sokabilmek içindi. Nerelerden nerelere geldi olay hey yavrum hey! Haziran 2016’da
evlenen sen değilsin bence ama. Sinan’dan hatta Koray’dan bile şüphe ediyorum
da sende o damat havasını sezemiyorum. Hulusi Dede ile Türkan Teyze bile geldi aklıma da nedense kendimden çok Defne ve Ömer için istediğim bu evlilik akdinin gerçeklenmesini birden onlar için hayal edemez oldum. O düğün kimin düğünü artık bir müddet
bunu düşünürüm. Sonra ondan sıkılınca Sude'nin şirretliğinin ne zaman adalet terazisinde hafif gelip cezasını bulacağını ve belki daha sonra da yer kalırsa Deniz Tranba'nın gereğinden fazla uzamış bu "misafir"liğinin ne zaman biteceğini...
Defne'nin hayatında ilk defa "an"ı yaşamayı tercih ettiği vaktin, ağzımda bırakmış olduğu yavan tat ile noktalıyorum sözlerimi...
Haftaya görüşmek üzere, kendinize iyi bakın...