"Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık/Başım dönüyor of başım dönüyor yaşamaktan"*
Defne’ye, oyunu ilk duyduğu anda, bunun yanlış olduğunu ifade etmesi kabul edilebilir bir durum olabilirdi. Birlikte yiyip içmişlikleri, bir arkadaşlık kurmuşlukları var neticede. Üstelik Defne de onu kendine yakın görüp sırrını paylaşarak hayatına bir parça girme hakkını verdi. Ancak Galo’nun Ömer’i öğrendikten sonra, oyunun yanlışlığını vurgulamak bir tarafa, üstüne bir de Defne’ye, kendi yaşadıkları yetmezmiş gibi, vicdan muhasebesi yaptırmaya çalışması; kızcağızı “Söyleyecek misin?” diye kıvrandırması asla haddi ve de hakkı olamaz! Çünkü hiç kimse, neyin ne olduğunu bilmeden, sadece dışarıdan bakıp “karşısındaki kişinin ayakkabılarını giymeden” onu yargılama hakkına sahip değil! Hangi sıfatla bu soruları sorup ahkam kesebiliyor veya Ömer’e gerçekleri söyleme düşüncesini geçirebiliyor aklından? Ömer’in en yakınları; biricik aşkı Defnesi, onu oğlu gibi gören amcası veya kardeş kadar yakın olduğu Sinan bile bu işin artılarını eksileri tartıp; biraz kendilerini, çokça da Ömer’in yıkılma ihtimalini düşünerek ağızlarını kapalı tutarken Fikret’e mi düştü işin eğrisini doğrusunu sorgulamak? Üstelik de Defne’nin üstüne vicdan baskısı kurarak!

Kaldı ki ben başından beri oyun konusunda “bu kadar” takınılacak bir şey göremiyorum. Yalan konusunda biraz daha geniş, “Ben yalandan nefret ederim, hayatta söylemem!” diyen yapmacık insanlardan daha farklı düşünüyorum sanırım. Defne Ömer’i kendine aşık etmek için Neriman ile bir anlaşma yapıp ondan para aldı, kabul. Ama bu anlaşma hiçbir zaman Defne tarafından yürürlüğe konmadı, şartları hiçbir zaman uygulanmadı ki. Sözleşme zaten başından beri sakattı, Defne de hile ile Ömer’in yanına yerleştirildi. Neriman ona, Manu’da öpüştüğü adamın asistanı olacağını söylememişti. Asistanlığa başladıktan sonra da Ömer’in hisleriyle hiçbir zaman oynamadı, onu kendine aşık etmek için en ufak bir çaba harcamadı.


"Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi"*

Aksine o, bu oyun gerçeğe dönüşmesin diye kendini Ömer’den mümkün olduğunca geri çekti, içinde filizlenen duygulara ket vurmaya çalıştı. Dış görüntüsünde yaratılan bir takım değişiklikler dışında, ki Ömer’in esas eski halinden etkilendiğini biliyoruz, olduğu gibi ve olduğu kadar idi. Ömer de bu Defne’ye aşık oldu. Otobüs durağında veya Manu’da tanışarak bir ilişkiye başlamış herhangi bir çiftten farklı bir süreç geçirmediler. Hatta normalden daha zorluydu yolları; çünkü ilişki başladığından beri Defne başlangıçta yaptığı tek hatanın bedelini ödemek için çırpındı, olmayınca Ömer’den kaçtı, hep kendini dizginleyerek frene bastı. Parayı iade ederek de benim gözümde zaten başından beri geçerli olmayan bu anlaşmayı toptan feshetti.

Ömer’in benim gibi olaya tamamen mantıksal yaklaşmasını beklemiyorum elbette. Onun gibi, çok keskin doğrulara sahip bir adam, işin içine çok derin duygular da girdiği için, oyunu öğrendiğinde Defne’nin yanına getiriliş şekline elbette ki kızacak. “Derdim insan kısmetini kendi bulur isterse” Ama bir sakinleşip süreci baştan sona yeniden gözden geçirdiğinde, Defne’nin ona teorik olarak hiçbir zaman yalan söylemediğini ve esas mühim olanın kalbinin eşini bulup tamamlanmak olduğunu anlayacak. “Oysa sözler ne kadar boş insan sevince” Şimdi nasıl kalbindeki aşkı ile muhasebe yapıp, tüm sorularına cevap almak yerine, Defne’yi sırlarının yanında getirdiği güzellikleriyle kabullenmeyi tercih ettiyse, o zaman da terazinin iki kefesine koyduğu aşk ve prensipler tartımından, aşkın galip çıkacağına eminim ben. Bir kere yıkılan duvarlar gene aynı sağlamlıkta inşa edilemez zaten. Tartım işlemi sürerken de Defne, yaptıklarına ve yapmadıklarına dair izahatı ancak Ömer’e verir, bir başkasına değil!


Baş ağrısına öpücükle tedavi, kesin çözüm!

Galo, üç gün önce hayatına girdiği insanların neler yaşadıklarını bilmeden yargılama küstahlığını gösterirken, üstüne bir de anka kuşu armasını verdiği kişinin Ömer olduğunu öğrenip şoka girdi, tam oldu. Ortaya çıkan bu tesadüf, yıllar sonra yeniden karşılaşmış olmaları, kaderin bir cilvesi elbette ama bu kadar büyük şaşkınlık yaratacak bir durum da göremiyorum ben. Zira Fikret’in yüzünde “kadere bak?” şaşkınlığından çok, “vay bee!” heyecanı ve yüklediği anlamların harlanmasının hevesi vardı. Eskiden Fikret yapıyormuş bunları ve sadece tek bir kişiye vermiş. So what? Ne yapalım yani, sizi “simurg kertmesi” sayıp evlendirelim mi? Halbuki bu sadece bir anı, iyi niyetlerle, güzel dileklerle verilmiş bir hediye. Sahip olduğundan daha fazla anlam yüklenmesine ben bir anlam yükleyemiyorum. Daha önce de söylemiştim, Ömer o sırada annesiyle yaşadığı kavgayı kime anlatırsa anlatsın benzer tavsiyeyi alırdı zaten. Bu nedenle mavi saçlı kızın daa, simurg armasının daa(hayır küfretmeyeceğim) gözümde herhangi bir kişinin öğüdünden daha fazla kıymeti harbiyesi yok.

İlkbahar güzeldir, tazeliğini ve neşesini kırlardan toplayıp kitap arasında sakladığınız birkaç kır çiçeği sayesinde saklayabilirsiniz. Ben de bu bölümü tıpkı o kır çiçekleri gibi en sevdiğim kitabın arasında, yanına yenilerinin de eklenmesi ümidiyle, kurutup saklayacağım. Biz koşup açtık kapıyı pencereyi, geri gelen göçmen kuşlarının neşeli cıvıltılarıyla beraber(anka kuşu hariç) aşk da dolsun içeriye. Bahara güven olmasa da aşka güvenimiz sonsuz.

*Ümit Yaşar Oğuzcan, Ben Eylüldüm sen Haziran
**Birsen Tezer, Di gel yanıma
***Yavuz Çetin, Onun şarkısı
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER