İrade de bir yere kadar ama!
Sevince pek işlemeyen mantık, irade ve kuvvet, dizimizin Ömer’inde vücut bulmuş halde. Gerçi böyle bir güzellik ve yalınlık karşısında iradesi bu kadar sınanan bir Ademoğlu olarak, günlük hayatta gene iyi bile dayanıyor. Eh bari rüyalarında iradeyi de, mantığı da devre dışı bırakıp, normal hayatta gerçekleştiremediği şeyleri rüyalar aracılığıyla gerçekleştirsin de bilinci rahatlasın. Yalnız benim merak ettiğim bir husus var. Defne’nin rüyasını izlerken biz de onlarla birlikte yorganın altına sokuluvermiştik. Bu sefer Ömer’in rüyasını izlerken neden dışlandık ki? Azıcık ucundan kaldırıp bakamaz mıyız? Hiç mi? Peki…



Hayatıma girdin sıcaklığınla

Aşkını verdin bana

Hiç korkmadan, düşünmeden...

Rüyalarımdaydın derin uykularda

kalbini verdin bana

Hiç korkmadan, 

düşünmeden...***


Defne bilir elbette bu durumu, daha evvel tecrübe etmişliği de var, şimdi yine yaşamışlığı da. Ömer şu tablodaki fırtınalı denizde haftalardır boğuşmaktan yorgun düşen Defnesini kurtarıp onu sakin kıyılarına, kendi yatağına yerleştirdikten sonra, Defne onun kollarında, onun kokusuyla uyurken, rüyasında mutluluğun resmini çizmemiş midir sizce de? Defne’nin bu kadar rahat ve kaygısız uyumasında içtiği gül rengi şarap kadar, seyrettikçe onu daha da çok özleyen, saçlarını okşarken parmak uçları karıncalanan Ömer’in yarattığı güvenli ortamın, “bu adam kessen beni incitmez” inancının ve yaydığı huzurun etkisi de var. Resmen geceyi aydınlatan bir dolunay gibi o sessizliğin içinde parlıyorlardı birlikte. Sanki bir cam fanusun içindeydiler o gece; bütün kötülüklerden, insanî hırslardan arınmış, soyutlanmış gibiydiler. Sabahında Defne’nin geçirdiği boğulma tehlikesine rağmen o güzel rüyaları görmek için her bir anına değerdi bana kalırsa.

Şuralarım buralarım o kadar Defmer oldu ki, bölüm bittiğinde, en başta çok hevesle beklediğim(iz) Selim’in varlığını bile unutmuştum. Sahi bir de bizim bir doktor Selim’imiz vardı değil mi? Dünyalar güzeli, elf gibi kıza aylardır bir şirket çalışanının veya iş yaptıkları herhangi bir adamın yan gözle bakmamasının abukluğu bir tarafa (Tramba’yı adamdan saymıyorum), bir de kendisinin Ömer’in geçmişinden türeyen “arkadaşlarla” devamlı muhatap edilmesi herkesin canına yetmişti. O yüzden normalde hiçbir dizi izleyicisi tarafından coşkuyla karşılanmayacak “esas kızın eski aşkı” kontenjanından bir karakteri daha izlemeden bağrımıza bastık resmen. Üstelik de bize konuk oyuncu olarak gelenlerin neredeyse evin tapusunu üstlerine geçirmeye çalıştıklarını bilmemize rağmen. İnsana kendini “bulunmaz Hint kumaşı gibi hissettirecek dozda" kıskançlığın tadını birazcık da Defne çıkarsın. Hele de sonu böyle tatlı bağlanacaksa.


Benim öptüğüm yerde de morlar allara döner.

Gelelim çemkirmekten büyük zevk aldığım Galo meselesine. Galo, kendisine dair en güzel tespiti gene bizzat yaptı. “Damdan düşer gibi geldim, sonradan geldim.” Haklısın, o yüzden bence artık herkes evine dönmeli. Zira Defne’ye vicdan yapmayan, hesap sormayan bir sen kalmıştın! Yasemin’in evine de sırf Ömer’in kız arkadaşını görmek için gelmediysen ben de bir şey bilmiyorum. Galo karakterindeki çelişkiler ve karakterin bunlara rağmen çok düzgünmüşçesine övülerek bize yansıtılması dışında bu güne kadar kendisinden rahatsız olmamıştım. Ama bu bölüm, “arkadaşı” Defne’den ziyade, “etkilendiği adam” Ömer’e dair(Ömer’in asla vaat etmediği) hayallerinin yarattığı hayal kırıklığı ve can acısıyla Defne’ye hesap sorma cüretini göstermesi beni fazlasıyla dellendirdi.

Galo, tüm hikayeyi, kurulan oyunu baştan beri bilerek bu işin içine girdi. Defne’nin çaresizliğini gördü, aşkına inandı ve verdiği sözü yutma pahasına Passionis ile olan işi iptal edip Cherie ile çalışmayı kabul etti. Ama şimdi bu delicesine aşık olunan adamın Ömer olduğunu öğrendikten sonra birden bire vicdan, hakkaniyet ve adalet duyguları depreşiverdi. Bir durum yanlışsa herkes için yanlıştır. Başkası için etik iken, Ömer’e olunca mı etik olmaktan çıkıyor? Oyunun öznesini tanımayınca “aşıklar kavuştu” diye sevinirken, özne “etkilendiği Ömer” olunca farklı tepkiler vermek, kişiye ve duruma göre değişken doğrulara sahip olmak bir parça(!) ikiyüzlülük kapsamına girmiyor mu? Yoksa siz de “bana dokunmayan yılan bin yaşasın”cılardan mısınız Galo Hanım? Halbuki bu haller hiç yakışmadı sizin gibi “yüce gönüllü” bir kadına.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER