Yolları gözlenenler part 2

Göz iki tane, kulak iki tane, el iki tane ama kalp bir tane verilmiş bize. Neden? Çünkü kalp kendi eşini bulmalıymış. Ömer’i buzlar prensi olduğu için -Ömer İplikçi olmasına rağmen- acımasızca eleştirdim.  Çünkü yaşadığımız dünyada prensipler, kurallar bu kadar katı olmaz, olamaz. Mutlaka “bir şey”, “birisi” gelir, o kurallarla sarılı buzdan kalelerini eritir, diye düşünürüm. Ömer’e o çok kırgındım o nedenle. Bu güne kadar hep Defne’nin yaptığı  fedakarlıklardan bahsettik, fakat kolaya kaçmışız yine. Biraz geri çekilip büyük tabloya bakınca “Bence en büyük fedakarlığı Ömer yapmış.”  dedim. Çünkü adamcağız, direktoman  “kendinden” fedakarlık yapıyor. Hiç alışkın olmadığı, asla yapmam dediği şeyleri yapıyor. Hayattaki en büyük erdemi doğruluk, dürüstlük olan birisi için “güveniyorum” değil de “güvenmek istedim” demesinin zorluğunu bilir misiniz siz?

Hayat işte, çok garip. Ne kadar mı çok? Kara kedi deyip, görünce galon galon şiştiğin Sude’nin Anadolu’daki köy okullarının inşaatında çalıştığını öğrenmek kadar garip mesela. Ya da “eniklik aşkının doktor olup karşına çıkması, ve buz prensi sevgilini kıskançlıklara sürüklemesi kadar garip. Hayat bazen de çok “kadere bak be” dedirten cinsten. Bilmem kaç yıl önce çizdiğin Simurg’unu yıllar sonra bir evin -hem de kimin evi- duvarında görüp, “kadere bak” dersin.

Önündeki TURUNCU çiçekler, bu da mı tesadüf!

Simurg demişken, gelelim Gallo’ya. Bu bölüm şükür ki haddi kadar göründü. Ağzı ile kuş tutsa, Defne’nin nikah şahidi de olsa ben onu se-ve-mi-yorum! Geçen hafta atlamışım bütün bir hafta içime oturdu. Aşk meşk konularında çok utangaçmış MIŞ. Ya arkadaşım o zaman niye vantuz gibi adamın ensesini kolluyorsun? Bu haftada, sanki  yirmi yıllık kocasının kendini aldattığını öğrendi gibi triplere girdi. (Durun Sezar’ın hakkını Sezar’a vereceğim ama öne bir kotamı doldurayım.) Şimdi elimizi vicdanımıza koyalım Gallo Hanım, Defne bu oyunu oynadığı için mi bu kadar bozuldun yoksa bu oyunu “Ömer’e” oynadığı için mi? Bence ikimizde doğru yanıtı biliyoruz^^ 

Ancak tüm bunlar Defne’ye söylediklerinin haklı olmasına engel olmuyor. Defne şu an mutluluk sarhoşluğu içinde bencillik yapıyor. Çok sevmesi, rüzgarın esmesinden bile kaybetme korkusu yaşaması söylediği yalanları meşru kılmıyor. Ve ben mi kaçırdım, aydınlatın lütfen; Defne ne zaman “parayı bulunca, oyun hiç var olmamış gibi davranma kararı” aldı. Ömer’le arasında sonsuza dek bu yalanlar mı olacak? Gallo ile ilgili şöyle de bir uyarı yapacağım, oyuna dahil olması demek karakteri önemli kılıyor. Daha önce hiçbir sonradan gelen isim oyunun bu kadar içine girmedi. Bu noktada Ömüş’ün mavi saçlı iyilik meleği, daha çok canımızı sıkacaktır, özellikle Defne’nin oyunu ortaya çıktığında, Ömer’e destek olacak kişi Galo olacak gibi geliyor. (Bölümle alakalı tahmin yapmaktan zerre hoşlanmıyorum, ancak akıllarına gelen on birinci şeyi yazan senarist, umarım buradan yürümez yoksa klişelere doymayız.)

Sevgili Meriç Acemi ve ekibine sesleniyorum. Siz bütün bu olayları 39. bölüme  mi sakladınız? 39 uğurlu sayınız diye düşünmedim de değil. Çünkü Kiralıkçı’ların istediği ayıptır söylemesi bütün her şey vardı bu hafta. Yoksa yaşasın stalk yapan ekip mi demeliyim? Durun ben size an be an değişen ruh hallerimizi anlatayım. Rüya sahnesinin açılışı ile kendini ağırdan satarak mutlu olma, Defne-Ömer sahnelerinin art arda gelmesi ile ufak bir şaşkınlık yaşayıp saati kontrol etme isteği, daha da abartarak sahnelerin efsane ilerlemesi ile bu kez tribe girerek “Kim bilir başımıza, ne gelecek” korkusu yaşamak. İşler yolunda gidince, bölümü daha kaç kez izleyeceğini hesaplamak ve kapanış.. Bu bölüm içte kalan hemen hemen bütün uktelerin kafesini açtık. Hatta sanki “Korkmayın, Meriç Acemi is back” bölümü idi. Kötü giden gidişata “DUR” diyen bir “Hayat Öpücüğü” bölümü izledik gibi hissettim, umarım başarılı bir öpücük olmuştur.

Bu bölümü izlerken Koriş gibi ani duygu değişimleri yaşayanlar? BEN! Mesela,  Defne ve Ömer sahnelerinin eskisi gibi hem yeterli sürede hem de duygulu olmasını izleyince; çook uzun zamandır görmediğim ama çok da çok özlediğim bir arkadaşımı görmüş gibi hissettim. Önce şaşırdım, sonra güzelce bir sarıp sarmaladım, vedalaşırken de “Bu kez arayı açmayalım, e mi?” diye tembihledim. Sonracığıma, geçmiş anıları izlerken, kıyısından köşesinden duygulandım. Tıpkı evladının mutlu günlerinde, küçüklüğünü hatırlayan anne gibi hissettim. “ Zaman su gibi” dedim, her şeye rağmen onu ne kadar çok sevdiğimi düşündüm, gurur duydum. Bir de sabrın sonunun selamet olduğunu bir kez daha anladım. Ve aslında izlemek istediğim şeyin “büyüsü bozuldu, kalem tıkandı galiba” derken, aslında hala orada olduğunu anlayıp, mutlu oldum.  Sormayın işte ne haldeyim, dilim bu kadar döndü :)


Yazı devam ediyor...

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER