Göz iki tane, kulak iki tane, el iki tane ama kalp bir tane
verilmiş bize. Neden? Çünkü kalp kendi eşini bulmalıymış. Ömer’i buzlar prensi
olduğu için -Ömer İplikçi olmasına rağmen- acımasızca eleştirdim. Çünkü yaşadığımız dünyada prensipler,
kurallar bu kadar katı olmaz, olamaz. Mutlaka “bir şey”, “birisi” gelir, o
kurallarla sarılı buzdan kalelerini eritir, diye düşünürüm. Ömer’e o çok
kırgındım o nedenle. Bu güne kadar hep Defne’nin yaptığı fedakarlıklardan bahsettik, fakat kolaya
kaçmışız yine. Biraz geri çekilip büyük tabloya bakınca “Bence en büyük
fedakarlığı Ömer yapmış.” dedim. Çünkü
adamcağız, direktoman “kendinden”
fedakarlık yapıyor. Hiç alışkın olmadığı, asla yapmam dediği şeyleri yapıyor.
Hayattaki en büyük erdemi doğruluk, dürüstlük olan birisi için “güveniyorum”
değil de “güvenmek istedim” demesinin zorluğunu bilir misiniz siz?
Hayat işte, çok garip. Ne kadar mı çok? Kara kedi deyip,
görünce galon galon şiştiğin Sude’nin Anadolu’daki köy okullarının inşaatında çalıştığını öğrenmek kadar garip
mesela. Ya da “eniklik aşkının doktor olup karşına çıkması, ve buz prensi sevgilini
kıskançlıklara sürüklemesi kadar garip. Hayat bazen de çok “kadere bak be”
dedirten cinsten. Bilmem kaç yıl önce çizdiğin Simurg’unu yıllar sonra bir evin -hem de kimin evi- duvarında görüp, “kadere bak” dersin.
Önündeki TURUNCU çiçekler, bu da mı tesadüf!
Simurg demişken, gelelim Gallo’ya. Bu bölüm şükür ki haddi
kadar göründü. Ağzı ile kuş tutsa, Defne’nin nikah şahidi de olsa ben onu
se-ve-mi-yorum! Geçen hafta atlamışım bütün bir hafta içime oturdu. Aşk meşk
konularında çok utangaçmış MIŞ. Ya arkadaşım o zaman niye vantuz gibi adamın
ensesini kolluyorsun? Bu haftada, sanki
yirmi yıllık kocasının kendini aldattığını öğrendi gibi triplere girdi.
(Durun Sezar’ın hakkını Sezar’a vereceğim ama öne bir kotamı doldurayım.) Şimdi
elimizi vicdanımıza koyalım Gallo Hanım, Defne bu oyunu oynadığı için mi bu
kadar bozuldun yoksa bu oyunu “Ömer’e” oynadığı için mi? Bence ikimizde doğru
yanıtı biliyoruz^^
Ancak tüm bunlar Defne’ye söylediklerinin haklı olmasına
engel olmuyor. Defne şu an mutluluk sarhoşluğu içinde bencillik yapıyor. Çok
sevmesi, rüzgarın esmesinden bile kaybetme korkusu yaşaması söylediği yalanları
meşru kılmıyor. Ve ben mi kaçırdım, aydınlatın lütfen; Defne ne zaman “parayı
bulunca, oyun hiç var olmamış gibi davranma kararı” aldı. Ömer’le arasında
sonsuza dek bu yalanlar mı olacak? Gallo ile ilgili şöyle de bir uyarı
yapacağım, oyuna dahil olması demek karakteri önemli kılıyor. Daha önce hiçbir sonradan
gelen isim oyunun bu kadar içine girmedi. Bu noktada Ömüş’ün mavi saçlı iyilik
meleği, daha çok canımızı sıkacaktır, özellikle Defne’nin oyunu ortaya
çıktığında, Ömer’e destek olacak kişi Galo olacak gibi geliyor. (Bölümle
alakalı tahmin yapmaktan zerre hoşlanmıyorum, ancak akıllarına gelen on birinci
şeyi yazan senarist, umarım buradan yürümez yoksa klişelere doymayız.)
Sevgili Meriç Acemi ve ekibine sesleniyorum. Siz bütün bu olayları 39. bölüme mi sakladınız? 39
uğurlu sayınız diye düşünmedim de değil. Çünkü Kiralıkçı’ların istediği ayıptır
söylemesi bütün her şey vardı bu hafta. Yoksa yaşasın stalk yapan ekip mi demeliyim? Durun ben size an be an değişen ruh hallerimizi anlatayım. Rüya sahnesinin
açılışı ile kendini ağırdan satarak mutlu olma, Defne-Ömer sahnelerinin art
arda gelmesi ile ufak bir şaşkınlık yaşayıp saati kontrol etme isteği, daha da
abartarak sahnelerin efsane ilerlemesi ile bu kez tribe girerek “Kim bilir
başımıza, ne gelecek” korkusu yaşamak. İşler yolunda gidince, bölümü daha kaç kez izleyeceğini hesaplamak ve
kapanış.. Bu bölüm içte kalan hemen hemen bütün uktelerin kafesini açtık. Hatta
sanki “Korkmayın, Meriç Acemi is back” bölümü idi. Kötü giden gidişata “DUR”
diyen bir “Hayat Öpücüğü” bölümü izledik gibi hissettim, umarım başarılı bir
öpücük olmuştur.
Bu bölümü izlerken Koriş gibi ani duygu değişimleri
yaşayanlar? BEN! Mesela, Defne ve Ömer
sahnelerinin eskisi gibi hem yeterli sürede hem de duygulu olmasını izleyince;
çook uzun zamandır görmediğim ama çok da çok özlediğim bir arkadaşımı görmüş
gibi hissettim. Önce şaşırdım, sonra güzelce bir sarıp sarmaladım, vedalaşırken
de “Bu kez arayı açmayalım, e mi?” diye tembihledim. Sonracığıma, geçmiş
anıları izlerken, kıyısından köşesinden duygulandım. Tıpkı evladının mutlu
günlerinde, küçüklüğünü hatırlayan anne gibi hissettim. “ Zaman su gibi” dedim,
her şeye rağmen onu ne kadar çok sevdiğimi düşündüm, gurur duydum. Bir de
sabrın sonunun selamet olduğunu bir kez daha anladım. Ve aslında izlemek
istediğim şeyin “büyüsü bozuldu, kalem tıkandı galiba” derken, aslında hala
orada olduğunu anlayıp, mutlu oldum.
Sormayın işte ne haldeyim, dilim bu kadar döndü :)
Yazı devam ediyor...