Aslında her şey Pazartesi akşamı gelen ikinci fragmanla
başladı. “Aşk lazım” çalan bir fragman vardı karşımda. Bir an için çok
özlediğim ve mumlarla aradığım yaz havası sanki ufaktan geri döndü gibi
hissettim. Ama hemen yelkenleri suya indirmedim merak etmeyin, yoğurdu bu kez
üfleye üfleye yedim. Hem daha önce de fragmanlarda mutluluktan uçmuş ve sonra
yere çakılmıştık. Ama şunu da itiraf edeyim, uzun çoook uzun zaman sonra ilk
kez bir fragmanı tekrar tekrar izledim. Hafiften ümitlensem de büyüsü
bozulmasın diye çok ses çıkarmadım. Hem bünyemi aşan bir şekilde sabrediyordum,
hem de takdir edersiniz ki benim de bir tolerans eşiğim var. Ancak bu kez
korktuğum başıma gelmedi Peşin peşin söyleyeyim, 9. ve 10. Bölümler çok çok ayrı bir yerlerde ancak diyorum ki 39 en iyi
bölüm olabilir, hem de geçtiğimiz haftalardan bu kadar şikayet ederken. Neden peki? Sihirli değnek falan mı değdi
yoksa her şey olması gerektiği gibi mi olmaya başladı? Bakalım bakalım..
Küçük vuslat bekçilerim, bu bölüm adeta bir “elma” şekeri
tadında, tam da pamuklara sarma isteği uyandıracak cinsten başladı, şükür ki
öyle bitti. Necmoş Bey’in dediği gibi gerçekten bahar gelmiş. Bahar geldi diye
mi böyle oldu, yoksa böyle oldu da mı bahar geldi, ben bilmem. Sanki herkese önce tatlışlık hapları yutturulmuş sonra da mutluluk spreyi
sıkılmış gibiydi. Düşünün ki Defne bile bu ölüm saçma hareketler yapmadı, o
kadar yani. Kısacası hepimiz bir güzel şımartıldık, azıcık sürünmenin
mükafatını gördük. Ama böyle tatlış bir bölümün en büyük gerekçesi; yere
çakılan reytingler diye düşünüyorum. Çünkü sonunda, “Bombe bir fragman vereyim
herkesi meraklandırayım, ama bölümde 5 dakika ilişki yaşamayı beceremeyen başrolleri veririm” mantığının artık tutamadığını anladılar, galiba. (Yazının bu
aşamasından sonra bu kadar kaknem olmayacağım, söz )
Eser miktarda Selim! Hoş geldin doktor civanım, yollarını gözlüyorduk biz de :)
Şimdiiiii.. Güzel rüya sahnesi mi diyeyim, bu kez anlam kazanan asansör sahnelerini mi
anlatayım, sonunda muradımıza erip, kıskançlıktan kırılan Ömer Beylere mi mutlu
olayım? Yoksa sarhoş Defne’yi
izleyip "Ne tatlı ya” diye kendi kendime
konuşmalarımı mı anlatayım? Ay acaba arabada, Defne’nin çocuklar gibi şen
olmasını mı yorumlasam yoksa “Naber” sorusuna, söylenmiş en güzel “İYİİİ”
cevabını veren Ömüş’ü mü? E o zaman şarkıyı mırıldanan Defo’yu atlamak ayıp!
Ama tüm bunları yazıp hasretle beklediğimiz o güzel uyku sahnesini atlamam,
korkmayın :) Onu da yazıp, Ömer’in bu bölümdeki hınzırlıklarını, Defne’nin de
“Az değilmiş hehehe” dedirten sahnelerini yazmamak da ayıpların ayıbı olur!
Tabii ki de dünyalar minnoşu mutfak kıkırdamalarını da eklerim. Hele bir de
“Küçük elma sorunsalımız” var ki dillere destan, onu da yazmak gerekir.
E,
peki gözlerimin önünden film şeritleri
geçiren o güzel flashback sahnelerini es geçsem? Aa olur mu, taş olurum, taş!
Of bir de gerçekten sağlam yazılmış replikler, mesajlar var tabi bir de benim
kahkahalarım var. Defne’nin can havli ile
“Eniktik biz.” demesine sağlam bir kahkaha patlatmıştım mesela. Koriş’in “Total
grubu, bohçacı kılıklı” demesine de kahkaha attım durun onu da ekleyeyim.
HAHAHAHA aklıma geldi yine güldüm. En bombesini de sonda patlatırım. Türkan
Sultan, Büyük İplikçi ve Denizli Horozu şeytan üçgeni var bir de:) Bütün bu
komikliklerden sonra “beklenen vuslat” diyen Sinan’ın selamını almamak da
hödüklük olur. Bizi geçmişe götüren şarkıları da ekleyeyim ben en iyisi..
Ohoooo, ben dibi görünmeyen dipsiz kuyulara düşmüşüm? O kadar çok yazacak şey
var ki sanki bir tanesini atlarsam haksızlık etmiş gibi hissedeceğim. Gözümden
kaçan, yazamadıklarıma affola.
Yazı devam ediyor...