"Kurtlar Vadisi Pusu’da oda kavramı” konusu altında pekala bir tez yazılabilir. 13 yıllık dizide her bölüm silahlar ateşlense de her şey odalarda değişti. Polat bir odaya girdi, bambaşka birisi olarak çıktı. Bir odaya girdi, görevini tamamladı. Bir odaya girdi, herkes öldü bildi. Bir odaya girdi, bir odaya girdi, bir odaya girdi… Vadi’de kırılmalar genelde odalarda yaşandı. Ardından bir daha kimseyi öylesi sevemediğine inandığım Elif’e daha bir odada veda etti. Aksiyon dizisi diyene aşkolsun.
Şimdi yine bir odadayız. Fakat bu sefer odayı, oda yapan biziz. Bu zamana kadar odalara girerdik, şimdi odanın sahibiyiz. "Yusuf’dan yeni bir Polat Alemdar olur mu?” Çok tartışmalı bir soru ama Kurtlar Vadisi Pusu niyetini net olarak ortaya koydu. Zaten ne zamandır anlamıştık da açık açık ortaya konması güzel oldu. Düşmanın ve olayların çapı genişlemiş olabilir ama Yusuf belli ki babasının kaderini yaşayacak. Sonuna kadar mı yaşar, nereye kadar yaşar bilmem ama Vadi başa döndü diyebiliriz.
Aslında bir dizinin “başa döndü” yorumu alması onun için olumsuz bir eleştiridir ama bu sefer öyle değil. Zira artık Polat’ın nasıl büyüdüğünü idrak etmemiz lazım. Polat’a sadece Türkiye değil, Ortadoğu da yetmez oldu. Fakat böylesi hamleleri yapmak hem hikayenin kontrolü hem de prodüksiyonu açısından oldukça sıkıntılı bir durum. Bunun yerine oğlunu ikinci, üçüncü basamaktan başlatıp Polat’ı da o hikayeye dahil etmek kağıt üstünde gerçekten güzel bir çözüm. Sıkıntı çıkarsa yolda çıkacaktır. Haydi hayırlısı…
Dayı daha çok sürecek mi? Akşama maç var da...
Polat’ın verdiği bilgiler bizi şaşırtabilecek veya ezber bozan şeyler değildi. Komplo teorilerinin değil yakınından, uzağından dahi olsa geçmiş herkesin (ki bu devirde geçmeyen kalmadı) hemen hemen bildiği şeyleri anlattı. Yeni Özgür Dünya Devleti’nden bahsetti. Vatansız, bayraksız, milletsiz, dinsiz bir gizli devlet. Aslında Vadi Aklı’nın bu gücü bir devlet olarak görmediğini tahmin ediyorum. Fakat memleketteki komplo teorisi kafası hala devletler üzerinden çalıştığı için Vadi Aklı da işi devlet olgusu üzerinden anlatma gereği duyuyor.
Piramit şeklindeki açıklamanın değişik varyasyonlarını pek çok yerde bulmak mümkün. Yine de incelemekte fayda var. Öncelikle en alt katman olarak halkı vermesi şaşırttı. Halk derken tam olarak neyi kastettiğini keşke anlatsaydı. Alt kademedekileri zaten biliyoruz. Orta kademede parti, vakıf, dernekler konusuna girmesi beni umutlandırdı. Zira Polat Alemdar evreni açıkçası bu bakımdan dünya gerçekleriyle biraz ters düşüyordu. Normalde bir yapıyı başındaki adama giderek deviremezsin. Ancak onu çeşitli etkenlerle çökertip, etkisiz hale getirirsin. Çünkü artık başta bir adam yok. İş muhataba gelince karşına dev yönetim kurulları çıkıyor. Bu da aslında bizi en üst kademeye götürüyor. Yani görünmeyenler…
Vadi görünmeyenlerle mücadeleyi zaten Amon, Ra, Karun gibi güçlerle savaşarak bir süredir veriyordu. Vadi Aklı bunları göstererek hem kafamızdakileri netleştirmiş oldular hem de hali hazırda hala dünyayı gayet iyi takip ettiklerini gösterdiler. Bilgilendirmede bizim için yeni olan en değerli ve net bilgi Amon, Ra ve Karun arasındaki ilişkiydi. Herhalde artık herkesin kafası netleşmiştir.
Twitter'de tespit yaparken ben.
Damdaki Kemancı çok bekletmedi. Baştan söyleyeyim ben bu kemancıyı sevdim. Otel ve oda seçimi muazzamdı. Manzaraya bayıldım ki ne bayıldım. Kemanın altından silahı çıkartmasında ve montajını yapmasında da bir sorun yoktu ama sonrasında iki büyük ve tehlikeli mesaj verdi. Öncelikle hedef alırken tüm dürbün ve diğer ayarlamalara rağmen silahı herhangi bir dengeye oturtmadan tetiği çekti. Bu işte değil nefes alma, kalp atışının ritmi bile her şeyi bozabilirken o şekilde ateş edebilecek olması muazzam iyi olduğunu ispatlıyor. İkinci mesaj ise o kadar insan içinden tetiği bir çocuğu hedef alarak çekmesiydi. Gölge, “ona burada ihtiyacım var” diyordu, Kemancı tetiği bir çocuğa çekti ve yine Gölge’nin ilk planı Polat'ın ailesini vurmaktan yanaydı. Umarım hedef Elif değildir…
IŞİD’in çocuk komutanlarını ve dahi sadece 300 dolara insanların kanından nasıl faydalandıklarını anlattılar. Öyle veya böyle IŞİD’e karşı ne yaparlarsa yapsınlar takdir ediyorum ve değerli buluyorum. Bilindiği gibi örgüt artık sınırlarımızın dışında değil. Pekala içimizde de cirit attığına çokça şahit olduk. Bu durumda dahi örgüte karşı böylesi yayın yapabilmek her babayiğidin harcı değil.
Cahit buraya gelenleri ya vuruyorlar ya kaçırıyorlar. Bana neden bir şey yapmadılar? Yoksa beni sevmiyorlar mı? :(
Saf’iye bu bölüm sadece Türkiye’nin değil benim de sabrımın sınırlarını aştı. Yahu sen ne yapıyorsun? Ya ölmeyi bayılmak zannediyorsun ya da "beyaz adam"a kurşun değmez sanıyorsun. Saf’iye içimizden biri ama şu tutum ve tavırları tam “beyaz adam” refleksi. "Onlarda nerede böyle yardımseverlik?" demeyin. İnanın var. Fakat buradan Saf’iye türevi insanlar aracılığıyla kaşıkla dağıttıklarını, kimsenin haberi olmadan kepçeyle bir başka yerlerinden çıkartıyorlar. Biz de kepçe de yok ki değdiğini düşünelim. Daha önce de burada Maslov’un ihtiyaçlar hiyerarşisinden bahsetmiştim. En temelden başlayacaksın işte… Valla ne yalan söyleyeyim kör bir kurşun gelse de en azından bi yaralasa diye çok dua ettim ama kabul olmadı.
Siyah Sancak son dönemde kadınlardan çektiğini Şedid’den çekmedi. Keşke tek sorun Saf’iye olsaydı. Bir de yingemiz var ki resmen güneşten düşme bir kor. Tutabilene aşk olsun. Almış silahları eline üç kadın köy kurtarmaya gidiyor. Olacak şey mi? Olmadı tabii.. Hem de çok acı bir şekilde olmadı. Fakat daha acı olan şey sniper bölgesine Siyah Sancak’ın giriş şekliydi. O nasıl fevkalade bir rahatlıktı öyle yahu. Ayrıca bu Siyah Sancak’ın sniper timi yok mu? İki şehit vermeden aklımız başımıza gelmedi. Yorumlarda ne zamandır “hiç Siyah Sancak’lı vurulmuyor” deniyordu, alın işte vuruldu.
Yazı devam ediyor...