Milletçe birlik ve beraberliğe en
çok ihtiyaç duyduğumuz şu günl… Pardon, bu benim repliğim değildi, bunu
kullanacak büyüklerimiz var daha. Baştan alıyorum; dizice ‘bir’lik ve
beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde hep ‘iki’lemlerdeyim bu
aralar. İzlediklerime pozitif mi yaklaşsam, yoksa çapak gibi gözüme batan
negatif şeyleri mi döksem bilemiyorum. Koray gibi, Defne gibi dilemmalarla
sınanıyorum. İzlediğim şeyi bir bütün olarak sevmeye alışmış ben, artık sadece
bölümü değil, karakterleri bile ikiye bölüp değerlendiriyorum. İçimde Defneler,
Ömerler parça parça; bazen aynı sahneyi bile iki yönlü değerlendirme
halindeyken, içinde bulundukları koşullara veya yanında oldukları kişilere göre
onlara karşı hislerimin de değişmesi haydi haydi normaldir sanırım. Belki de
tarafsız bakış açısının bir gereğidir bu. Çünkü insan gönlüne yakın bulduğunu
kayırıyor daima.
Ama ben daha baştan, taraflı
olmayı seçmiştim bu diziyi izlerken. Öylesine güzellerdi ki, körü körüne
inanmak ve de savunmak istedim Defne ile Ömer’i. İkisini birbirinden hiç ayırt
etmeden… Hala da ayırt etmiyorum, gözümde eşit seviyedeler ama bazı halleri ve
tavırları artık bildiğim, tanıdığım Ömer ve Defne’den uzakmış gibi geliyor. O
kısımlarına yabancılaşıyorum bu yüzden. Ama tanıdığım sıcak halleriyle
karşılaşınca da gurbette memleketimden birini bulmuş kadar seviniyorum.
Karşılaşınca diyorum çünkü
gerçekten dizide kendileriyle karşılaşmak epey bir vakit alıyor. Vakit alıyor
derken, rastlaşana kadar çok vakit kaybediyoruz ama denk gelince de hal hatır
sorup hemen ayrılıyoruz. Hâlbuki oturalım bir yemek yiyelim, üstüne kahve
içelim değil mi ama? Bazen karakterlerin paralel evrende herkesten gizli bir özel hayatı olduğu
hissine kapılıyorum. Öylesine özel ki bizden bile gizliyorlar. Orada neler
yaşanıyor, ne kararlar alınıyor ve neler paylaşılıyor hiç bilemiyoruz. Hani biz
bir aileydik? Yaşlarımız ve hayattaki konumlarımıza göre kimimiz Ömer’in
teyzesi, kuzeni, kimimiz Defne’nin ablası, dayısı olarak sardık sahiplendik
onları. Aile içinde gizli saklı olmaz ki. Araya eza cefa girmedikçe âşık ile
maşuk birbirinin kadrini kıymetini bilmezmiş derler. Bizimkiler çokça çektiler,
Ömer’in dediği gibi mutlu olsunlar artık bence de. Eh biz de onlarla beraber
çektik, gönül ister ki biz de mutlu olalım. Lakin bizi çok ortak etmek istemediler
saadetlerine.
Kapı önünde ne çok soru işareti,
bilinmezlik ve ihtimal ile bırakmıştık halbuki onları. Ömer’in soracağı,
Defne’nin artık gönül rahatlığıyla anlatacağı, izahını yapacağı bir sürü
bilmece vardı elimizde. Tramba’nın Cherie’ye ortaklığı, Defne’nin bunu bilip
bilmemesi konuşuldu mu, Defne bir yolunu bulup sırrını hallederek dolu dolu
seven Defne olarak geldiğinin müjdesini verdi mi? Evlilik konusu tekrar nasıl
açıldı, Ömer soğanlı ellerini yıkadı mı? İşte bunlar hep soru işareti… Ve biz
bu soruların cevaplarını almak için bir hafta beklemişken bir de ne görelim?
Ömer’in taa Polonezköy’de bahsini geçirdiği, onları hiç bilmedikleri, hiç
gitmedikleri yerlere alıp savuran o mutluluk ve aşk rüzgarı alıp götürmüş
Defmer’i de haberimiz olmamış. Bizi de alsaydınız yanınıza keşke, katıverseydiniz
mutluluğunuza. Kaç numaralı otobüse binip gelmeli oraya? Taksi tutsak çok yazar
mı? Kaç paraysa vereceğim, yeter ki bizzat benimmiş gibi ezasını çektiğim aşkın
sefasını da süreyim. Yoksa havada kalıyor tüm gördüğüm mutluluklar.
Çünkü olmayanı oldurmaya
çalışmaktan, olmuş gibi hayal edip eksik kalan sahneleri kafamda tamamlamaktan
yorgun düştüm. Ekran karşısındaki bir kuru seyirciyim ben neticede. Tüm gün,
hatta tüm hafta yorulup da oturuyorum o kanepeye Cuma akşamları. Eskiden sadece
gözümün gördüğü, oradan geçip de kendiliğinden kalbime ve zihnime aktığında
doyar ve dinlenirdim. Şimdi ise gözümün bile görmediğini zorla kalbime
sığdırmaya, bin bir sahneyi zihnimde canlandırmaya çalışmak daha da yoruyor
beni.
En çok da Ömer’in güven problemi sebebiyle bunca
ayrılık yaşanmış, Ömer Defne’yi sırlarıyla, “bir bildiği vardır” diyerek bir
türlü kabul edememişken şimdi hayatın kısalığını kabullenip tercih hakkını (her
ne kadar ne konuştuklarını bir türlü göremesek de) her şeyi anlatmadığını bal
gibi bildiğimiz Defne’den yana kullanan Ömer’in bu kabulleniş anını kaçırdığıma
hayıflanıyorum. Daha evvel Defne Ömer’deki tüm soru işaretlerini çözer de
barışırlarsa aşkın insanı törpüleme etkisini göremeyeceğimizi, Defne bu aşk
için nasıl aşınıyorsa Ömer’in de kendinden bir şeyleri feda etmesi gerektiğini
söylemiştim. Aşkın,
Ömer İplikçi gibi son derece sert bir kayayı nasıl aşındırıp, törpülediğini
adım adım, hatta uzun uzun izlemişken o son bendi nasıl aştığını da görüp keşke
tam olarak dahil olabilseydik konuya.