Arka kapıdan kaçsak mı?
İkilemime hoş geldiniz! Ömer’in kapı önünde düşünerek, çekinerek sardığı Defne’sine, nihayet her haliyle kucak açtığını, bunca beklemişken görmekten dolayı son derece mutluyum.  Ancak bu noktaya adım adım gelmiş olmamıza rağmen hop diye Süper Mario gibi atladığımız son aşamanın da şaşkınlığı içerisindeyim. Bu adımları sindire sindire izlediğimi düşünüyorum üstelik. Ama kayıp tek bir parça bile, yapbozun eksik kalmasına neden oluyor işte. Bir yanım boş ver diyor, nasıl geldiğinin ne önemi var, anın tadını çıkar. Ömer’in dediği gibi; hayat kısa(dizi süreleri uzun!), kuşlar uçuyor. Diğer yanım ise “Ömer? Ömer İplikçi? O buzdan heykel gibi, büst gibi duran adam hayatındaki herkese evleneceğini, hem de sevindirik bir vaziyette mi söylüyor?” diye şaşıran dimağımı sakinleştirmekle meşgul. Yine de Ömer’in, bir Defne coşkusunda olmasa da, karizmasının elverdiği ölçüde içinden taşan mutluluğunu ve sevincini izlemek bana son derece iyi geldi.

Ömer de benim gibi ikilemde aslında. Öyle olmasa bazı anlarda Defne’ye uzak ve onu umursamaz davranıp, bazı anlarda da centilmen tavrıyla gene benim gönlümü almazdı. İki ayrı Ömer vardı sanki karşımda veya ben hakkında ikilemde kaldım bilemiyorum… Biri Defne ile birlikte benim de bildiğimiz, tanıdığımız Ömer idi; tek odak noktası Defne olan, sıcacık gülümsemesiyle mutluluğunu ve aşkını Defne’ye sunan. Hatta o aile yemeğinde bir türlü gözlerini alamadığı Defne’ye öylesine odaklanmış, iki ailenin “kaynaşmasından” -Defne’nin sandığının aksine- öylesine zevk alıyor ki Neriman’ın abuk subuk gevelemelerini bile duymuyor. Defne ile farkına varmaksızın öylesine bütünleşmiş ki, konuşmak için son derece olağan bir şekilde “bize gidelim” diyebiliyor. Orası artık sadece Ömer’in değil, Defne bir kere sıcaklığını yerleştirdiğinden beri; Ömer ile Defne’nin evi. Resmi olarak nikâhlarının kıyılmasına ne kadar zaman var bilmiyoruz ama gönüllerinde kıyacakları nikâh(ki böylesi her zaman çok daha sağlam gelmiştir bana, hiçbir hâkim bozamaz o zaman), Defne’nin Ömer’in karısı olacağı gün çok yakınmış gibi hissediyorum.

Öte yandan “ikinci” Ömer Paşa’nın, Defne’nin Cherie’den ayrılması ve Passionis’te işe başlamasına dair, gereksiz bir ukalalık ve soğuk tavırlar içerisinde yapmaya teşebbüs ettiği emrivakiyi kafamda koyacak bir yer bulamıyorum. Bugüne kadar izlediğimiz zarif Bay İplikçi’ye okkadar uymayan tavırlardı ki… Talep ettiği şeyden, bunu isterkenki uzak tavrına kadar hepsi ama hepsi bambaşka bir Ömer’i işaret ediyordu bana. Ve ben bu Ömer’i sevmiyorum maalesef, çünkü tanımıyorum. Üstüne, defileyi iptal ettireceğini paylaşmış olmasına rağmen bunun için attığı adımları, hem de “sen takılma bunlara, sen kafanı yorma” diyerek, Defne’den gizleyen adamı ise hiç mi hiç tanımıyorum. Üzerinde konuşmayı etik bulmuyorsa ya hiç paylaşmayacaktı, ya da devamını anlatmamak için daha güzel ve nazik bir açıklama yapacaktı.

Ömer, Defne’den yana bakmayınca, onu hayatındaki konulardan uzaklaştırınca ben de ondan uzaklaşıyorum. Biraz daha saygı bekliyorum Defne’ye karşı; onu hayatının içine daha çok almasını, özel kılmasını, ona biraz daha değer vermesini… Mesela Defne’nin sevdiği şeylerin üstüne düşmüyor pek, kafasına takılanları, yüreğine yük ettiklerini çözmek veya onu rahatlatmak için “kendiliğinden” çok çaba harcamıyor. Defne uzaktan gözlemleyip Ömer’in iç sıkıntısına göre onun hayatında kendini konumlandırırken, Ömer benzer durumlarda Defne’yi kendiliğinden fark etmiyor bir süredir. Şirketinin işleri peşinde koştururken Defne’nin hangi cendereler içerisinde boğulduğunu gözden kaçırıyor. Oyunu sonlandırmak için çektiği sıkıntıyı zaten geçtim, ama mesela Defne, bu evlilik formaliteleri yüzünden Ömer’e “yük olduğunu”(daha neler!) düşünürken, bunu sorana kadar Ömer o huzursuzluğunu anlayamıyor. Hayatında olanları tam olarak paylaşmayınca kızın da bu kuruntulara düşmesi normal.

Defne’ye artık aklından geçen en abuk şeyleri bile sormasını sağlayacak rahat ortamı yaratması çok güzel aslında, eskiden olsa Defne böyle bir şeyi sormaya çekinir, kendi kendini yer bitirirdi. Ama birazcık daha ilerleyip bazı şeyleri Ömer’in kendiliğinden anlaması da hoş olur bence. Kendisi Ömer’in omzunda hiç uçmamaya razı bir kuş olarak veya gömleğinin cebinde tam da kalbinin üstünde hiçbir şey talep etmeden yaşamaya hazır gerçi ama bu kristal kuğu gibi kıza, ben biraz daha hassasiyet talep etsem olmaz mı? Yoksa çıt diye kırılıverir o kristal de parçaları senin de kalbine kalbine batar Ömercim.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER