Fotoğraftaki Galo'yu bulmayınız, bırakın kapıdan çıkıp gitsin!
Galo’ya dair fikirlerim ise ikilemden ziyade “ikili delilik” olarak adlandırılabilecek türden. Defne, Ömer’in de dediği gibi benim için de çok kıymetli fakat onun ısrarı üzerine bile ben Ömer kadar müsamahakâr olamayacağım bu konuda. Evet, Defne’ye büyük iyilik yaptı, Defne ile Ömer şu anki evlilik heyecanı ve mutluluğunu bir noktada ona borçlular. Ama hakkında edindiğimiz bilgilerin tutarsızlığı, herkes etrafında pervane olurken, onun samimi ve mütevazı duracağına insanı huylandıran kendine karşı kayıtsızlığı ve kendisine yüklenen üstün meziyetler fazla şaşaalı duruyor üstünde. Tam tarif de edemiyorum fakat o ‘cool kayıtsızlığı’ bana gerçek olamayacak kadar iyi, bu nedenle de yapay geliyor. Aslında Sezen Aksu’nun şarkısı ona karşı hislerimi birebir ifade ediyor.

Artık hayatımdan çıksan diyorum
Bu ikili delilik sona erse
İkimiz için de en hayırlısını diliyorum
(…)
Lütfen görmeyeyim seni
Bir yerlerde karşıma çıkma
Konuşmayalım bakışmayalım
Ne olursun

Hakkında çizilen profil, belki de kendisine yüklenen tutarsız özellikler, gözümde Galo’yu son derece “naylon” bir karakter haline getirdi. Parayla pulla işi olmayan, sevdiği mesleği yapıp adeta bir hippi özgürlüğü ve savurganlığı ile yaşayan, doğa dostu, bisiklet tepesinden inmeyen Galo’nun, yemek konusunda hiç ayrım yapmadan hayvanlar alemine hunharca dalmış olması tuhaf geliyor bana mesela. Yarın öbür gün çekirge yemek isteyecek diye de korkuyorum. Daha rafine bir yaşam sürdürüyor olsa bu Vedat Milor’a taş çıkartacak kadar geniş damak zevki yelpazesini tebrik edebilirdim, karakter tutarlılığından ötürü. Ancak elinde para tutmayı sevmezken, giyiminden yaşadığı eve kadar daha bohem bir hayat tarzını benimserken bir yandan da böyle lezzetler peşinde koşması bana biraz şımarıklıkmış gibi geliyor. Ve şu an karşımızda gördüğümüz karakter, bize kendini şımarıklıktan utanacak biri gibi anlatıyor. Yoksa bu da onun ikilemi mi?

Öte taraftan Galo karakterinin şahsına ve tutarsızlığına dair olumsuz hislerimden arınarak, varlığına mantık çerçevesinde baktığımda aklım, kalbimi susturup sakin olmamı öğütlüyor. Ömer’in ilk karşılaşmada Galo’ya attığı gereksiz derecede manalı, 3 saniyelik bakışından dolayı önyargılarla dolduk bir anda. Her ne kadar bölümde yaratılan sisli atmosfer, bizi illa ki şüphelendirmek, zihnimizi karıncalandırmak üzerine bilhassa kurulsa da, ben bu önyargılardan kendimi soyutlayarak, duruma dışarıdan bakmaya çalışıyorum. İkisi arasında geçen konuşmaları, kavgaları alıp mesela Sinan ve Ömer ilişkisine taşısak bu kadar batmazdı genel olarak diye düşünüyorum. (Oğlak konusundan emin değilim, o gene batabilirdi bana. -.-) Aralarındaki bu gereksiz gerilim sonlansa, cinsiyetsiz bir arkadaşlık kurulsa ve Defne’nin de katılımıyla o kimsesiz çocuklar için hep birlikte bir defile düzenleseler keşke.

İki arada bir derede kaldım, ikilemlerim iki değil dört yanımdan sıkıştırıyor bu sefer beni. Çözmek için Ömer’in öğüdünü uygulayalım bari. Yarım kalanları, hayalleri, güzel şeyleri düşünelim artık. Hatta sadece düşünmekle kalmayıp bizzat yaşayalım. Zira hislerim Nazım Hikmet’inkilerle aynı;
Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey
Dünyanın en güzel sesinden
en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey…
Fakat artık ümit yetmiyor bana.
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum.

*Ezginin Günlüğü, Papatya
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER