Boynu bükük bir
papatya
Olduğuma bakıp da
Senden vazgeçtim
sanıp
Sakın aldanma*
Aslında ben de tıpkı Defne gibi
aza kanaat eden bir sevdanın esiriyim. Mesela bir el tutmaya, bir çift güzel
söze yelkenlerimi indiriyorum, dimdik olan ense tüylerimi hemen indirip kedi
gibi oluyorum. Defne’nin elini tuttuğu anda birden bire gözüme sıcacık gelen
Ömer, umursamaz ve maço tavrı yüzünden kendisinden soğuyan gönlüme adeta bir
sıcak su torbası etkisi yapıyor. Ortam ısınıyor, hava yumuşuyor. Yaşanamamış o
koca ömrü bir an evvel yaşamaya başlasınlar istiyorum. Ömer’in o narin ve sade
papatyaya solmayacağı ortamı sağlayacağından, Defne’yi yıllardır varlığından
haberdar olmamasına rağmen şimdi asla ayrılmak istemediği “yuvasına”
kavuşturacağından şüphe duymuyorum. O boynu bükük papatya sevdiğine kavuşmak
için çok uğraştı, asla vazgeçmedi, pes etmedi. Yapraklarından fal tutmaya gerek
kalmadan sevdiğini ispatladı. Ömer de soldurmasın onu.
Gelgelelim benim de bir yanım bu
papatyayı sevgimle boğmak isterken, öteki yanım yapraklarını teker teker yolmak
istiyor. Aşkının coşkusunu, evlilik sevincini sevdikleriyle doyasıya yaşayan,
yüzünden gülümseme eksik olmayan Defne’yi çok sevdim. Cıvıl cıvıl Defne’ye
öylesine hasret kalmıştık ki… Ancak Sude karşısında konuşmayınca, aşkını
savunmayınca da ona bir o kadar kızdım. Ömer’e gerçekten aşık olduğu için
onunla birlikte olduğunu ifade edemiyor olması tuhaf. Onu en çok aklayan ve de
oyunu gerçeğe dönüştüren şey aslında; Ömer’e duyduğu aşk. Bu oyun ortaya çıkıp
da önüne gelen, Sude gibi kendisine laf etmeye kalktığında, bu aşk onun en
büyük kalkanı olacak. Çünkü oraya hiçbir yalan, hiçbir riya bulaşmadı.
Tertemiz, berrak ve de sihirli bir iksir gibi bu aşk aslına bakarsanız. İçinde
en ufak bir leke hatta toz zerresi dahi kabul etmiyorum. Bu kadar nadir bulunan
bir değer oldukları için de o öze dokunulmasından çekiniyorum ya zaten. O özün
tek bir damlasına bile dokunulsa tüm su bulanır kirlenir çünkü.
Passionis-Cherie konusunda da iki
arada bir derede kaldım ben aslında. Cherie, çok güzel bir kadın hareketi ile
kurulmuştu. Belki İso’nun Yasemin’e etkisi sayesindeydi bu ama ilk kurulduğu
dönemde Yasemin daha ılımlıydı, Defne’yi daha çok destekliyor ve takdir
ediyordu, küçük şirket kendi yolunda ufak ufak yürüme çabasındaydı. Fakat şimdi
Sude’nin ani “dönüşünün” de etkisiyle yavaş yavaş kötücül bir hal almaya
başladı. Kumpaslar çevriliyor, hain planlar kuruluyor, strateji oyunları
oynanıyor. Defne’nin bile el altında bulunsun diye pohpohlandığını
hissediyorum. Halbuki ben daha temiz bir şirket olacaklarını hayal etmiştim. Bu
halleri yüzünden de Cherie, Defne’ye hiç yakışmıyor artık benim gözümde. O
kötücül düzen gün gelecek onu mutsuz edecek illa ki. Gönlüm oradan
ayrılmasından yana.
Ancak yeniden Ömer ile çalışıp, kariyerini Ömer’in
güdümüne bırakmasına da gönlüm razı değil. Birlikte çalışmalarını, bir şeyler
üretmelerini seyretmek her zaman çok keyifliydi. Hele de eşit koşullarda
durdukları zaman daha bir keyifli oluyor. Ancak ben Defne’ye fikrini dahi
sormadan onu Passionis’e aldırma kayıtsızlığı ve düşüncesizliğindeki “ikinci”
Ömer Paşa’nın bu eşitliği sağlayabileceğinden şu an için şüpheliyim. Özel
yaşamlarında Defne mümkün olduğunca az şey talep ederken, Ömer’in onun bu uysal
halinden, bilindik maço tavırlı erkekler gibi faydalanarak, bu ilişkide onu
tahakkümü altına alma fırsatçılığına soyunmamış olmasından son derece hoşnudum.
Hakkını yemeyeyim, bizim dizilerde böyle erkek karakterlere çok sık
rastlanmıyor. Ancak bu bölümde Defne’nin işi konusunda kendisine hiç yakışmayan
tavrı, onu sadece güzel bir objeymiş veya bir bibloymuş gibi görüp hayatında
olup biteni paylaşmaya yanaşmaması beni tereddüde düşürdü. Üstelik yarın öbür
gün bu oyun ortaya çıktığında Passionis’ten gene ayrılmak durumunda kalacak.
Buyurun size bir ikilem daha. Bu kızın hepsinden bağımsız kendi başına bir
kariyeri olamaz mı?