Bu güne kadar diziye giren ve beni en rahatsız eden isim İz
idi. "Ömer ve İz’iz" diyebilecek kadar kendine güvenen ve bir o kadar da güzel
bir kadın. Aslında dikkat ettim de bu güne kadar hep Ömer’in Defne’ye olan
sevgisini sorguladım, korktum. Defne için başka kimsenin olamayacağını bu kadar
net hissederken Ömer’den hep çekindim. En ufak bir tehlikede bırakıp gitmesinden
korktum. Ama neymiş benim küçük vuslat bükücülerim? Gelen gideni aratırmış.
Gallo karakteri hayatta en rahatsız olduğum insan tipini yansıtıyor. Hani bazı tipler vardır, siz de denk
gelmişsinizdir belki. Fazla iyi. İnsanı sinir edip, şüpheye düşürecek kadar
iyi. Yüzde yüz yapaylık dolu. Yapaylık diyorum çünkü hiç birimiz kusursuz
değiliz. Ömer İplikçi gibi kusursuzluğun peşinde de değiliz, olmamalıyız da.
İşte benim için Gallo o tiplerin vücut bulmuş hali.
Bir kere kusursuz derece de
iyi. Yani Londra’daki evinin yetmesi ve işleri para için yapmaması bana “ne
kadar sevimli” hissinden çok “sinsi” imajı veriyor. Vay arkadaş, sen ördek
yiyeceğim diye milletin başının etini ye, ama parada pul da gözün olmasın,
gösteriş sevme. İnanmıyorum, istemiyorum da. Ne alaka demeyin, gıcık oldum
bir kere. Sevemedim, gereksiz geldi. Hele ki şu para olayı ile oyuna dahil
olması bence senaryonun kendi topuğa sıkması oldu, nasıl biterse bitsin. Peki
beni şu bomboş ve bir o kadar da sıkıcı bölümde en çok rahatsız eden replik ne
idi? “Gülüşün de beni sinir ediyor” diyen Ömer. Düşündüm, inanın ki yine dizi
üzerinden hayatımı sorguladım. Bir adam karşısındaki kadının gülüşünden neden
rahatsız olur diye. Ay içime nasıl oturdu anlatamam size. Beş çocuğu ile ortada
kalan aldatılmış kadın oldum birden, yaşlandım. O kadar rahatsız etti ki o
saçma cümle beni. Sinek gibi küçük ama mide bulandırıcı geldi. Ömer’in Gallo’ya
olan davranışlarından rahatsız oluyorum. Çat kapı eve gelmelerinden, ortamdaki
elektriklenmeyi arttıran gıcıklığından nefret ediyorum.
Screen shot alacak sahne bile bulamadım, dram budur!
Olayların altı inanılmaz derecede boş kaldı. Defne ve
Ömer’in aynı evde kalmasından itibaren başlayan saçmalamalar zincirini
durduramıyoruz efenim, yardım lütfen! Hani aklındaki soru işaretleri olan Ömer,
hani peşine düşülen küçük (!) sırlar? Neden bunların hepsinin üstü kapatıldı da
nur topu gibi Gallo’muz oldu? Ömer’in sarılırken bile tereddüt ettiği o
sahneden, nasıl evlenme aşamasına geçtik? Niye görmüyoruz bütün bunları? Mantık
evliliği diyesim geliyor ama ortada bir mantık yok. Görücü usulü desem çiftimiz
birbirini göremiyor. Aşk evliliği demek istiyorum ama görünen köy de ortada!
İlişkileri başladığı günden beri sorunlar içinde, aniden alınan bir evlenme
kararı var. Ancak ne Defne'de, ne de Ömer’de bunun heyecanını göremiyoruz. Açık
konuşmak gerekirse ben o mükemmel uyumları için izlediğim oyuncuların da
sıkıldığını hissediyorum, ne yazık ki.
Hastalık dedik, reklam çekimleri dedik. İzleyici olarak da
hepsine eyvallah verdik. Ama el insaf yahu! Diziyi hiç izlemeyen birine başrol
kim diye sorsak, Elçin ve Barış demez bile. Siz romantik komedi adı altında bir
yola baş koyduysanız, her hafta fragmanlar olsun, bölüm özetleri olsun “alev aldı
buralar” diye bağırıyorsanız; başrol oyuncularını totalde on, birlikte beş
dakika yan yana koyamazsınız. Ha benim hikayem, benim yorumun bu diyorsanız
seyircinin Defne-Ömer için izlediğini bilerek bu durumu kullanamazsınız. Hadi
bunu da yaptınız o zaman bütün eleştirilere hazırlıklı olmalısınız! Ya ne
izlediğimizi unuttuk, burnumuzdan geldi!
Nihan'a bile gıcık ettiniz ya helal olsun!
Ve bu haftanın en büyük hayal kırıklığına geliyorum adım
adım. Kimi sevdiysek alıyorsunuz bizden be sevgili senaryo ekibi? Neriman
dedik, “Nöromuz” dedik şimdi rezene gördüm mü tepem atıyor. Nihan için "best friendlerin şahı padişahı" dedik,
şimdi sınıfın varoş kızı oldu çıktı. Kiralık Aşk’a gönül vermiş herkesin diline
pelesenk olmuş bir söz vardır. “Bizim dizimiz farklı, başka dizilere benzemez.” Evet, şiirler okunur, kitap okuyan
karakterler görürüz. Rossini, Proust gibi isimleri duyduk bugüne kadar. Üzgünüm
ama bu haftaki tanışma yemeği ile benim için bütün farklılıklar aynı oldu.
Evet, bu kadar net ve keskinim. Sevginin, dostluğun, doğruluğun gücünü
anlatmayı hedefleyen ve bunu bu zamana kadar başarabilen dizinin o sahnelerini
izlemeseydim keşke. "Davul bile dengi dengine” mi demeye çalıştınız? Eğer,
öyle ise bu kültür farkını keşke daha bize yakışır şekilde anlatsaydınız.
İzlerken gerçekten rahatsız oldum. Neriman’ın sonradan görmeliği, Nihan’ın
gözlerimi kanatan görmemişliği beni çok kırdı. Yengesi, müstakbel kayın validesini
bir güzel eziklerken Ömer’in şapşal şapşal bakması da ayrı bir saçmalık,
neysee. Defne ve ailesini bu kadar "görgüsüz" görmek inanın beni kırıyor.
Yıldızlara bakıp eşsiz olduğunu düşünen Defne’yi özlüyorum. Maalesef ki ben
özledikçe biz birbirimizi daha çok kaybediyoruz. Sude’nin Defne’ye olan
tavırlarını izlerken çok kötü hissettim kendimi ve kanalı değiştirdim. Daha
önce hiç bu kadar etkilenmemiştim. Sude doğruları söylüyorum adı altında, Defne’yi
nasıl yaraladığının farkında değil. Hoş olsa da umurunda değil ama olsun.
Neriman ve Sude gerçekten çok kötülerdi bu bölüm. Neriman
karakteri için "Sempatiden nasıl
antipati yaratırız” ödülü vermek istiyorum. İnsanı izlerken bile rahatsız eden
gıcıklığı var anne kızın. Sude demişken Yasemin-Sude ilişkisine de gelelim. O
da en az diğerleri kadar beni rahatsız ediyor. Sude cadı iken sanırım Yasemin’in
içindeki cadı ile rastgeldi. Resmen Defne’yi dışlanmış, gariban, ezik bir
kadın gibi izliyoruz ve ben çok sinirleniyorum. Sude’nin derdi nedir, geldiği günden beri anlamadım. Kıskanç, şımarık ve saf kötü kalpli biri lazımdı
herhalde diziye. Tramba ile kim bilir neler planladı. Hayır, biri de demiyor ki “Sude
kızım seni küçükken atıp tutmadık mı bu
saçmalamalar niye?”
Bu bölümde ise beni
etkileyen tek bir sahne vardı. Türkan Teyze ve Defne’nin anane-torun
kucakta oturma sahnesi. İçim böyle bir tatlış oldu, hafif gözüme toz kaçar gibi
oldu. Yaşasın anneanneler! Stoklarımız sınırlı o nedenle bölümün ikinci ve son
güzel sahnesi Şükrü Abi’nin sonunda olayları öğrenme sahnesi oldu. Ay minnoşuma
kıymayın, adama anlatsın biri dedim ama dinletemedim. Neyse ki tek romantik
olacak sahnelerinde yanlarında oldu da eksik kalmadı bu kez!
İçimde artık ne kaldı bilmiyorum ama, “söylemezsem çatlarım”ları
da şuraya bırakıyorum, usulca;
Yazı devam ediyor..