Hayatla çok büyük kavgaları olan bir insan olmadım hiçbir zaman.
Bir şeylere gülebilmek benim için yeterli oldu hep. Garip de bir duygusallığım
vardır, asla anlam veremediğim beni bazen sinir eden. Annem ve babam sağ olsun,
sinema ile ilk karşılaşmam “Eşkıya” ile olmuş. Çıtayı tee Everestlerden
başlatınca, bünye ağlamaya da drama da alışmış. Ama bunun da bir sınırı bir
raconu olur değil mi? Ne bileyim Notebook izlerken ağlamanız normaldir, Schindler
List izlerken hönkürme hakkınız bile vardır. Aşk-ı Memnu izlerken de ağlamanız
abes kaçmaz. Bende işler azıcık karışık. Ben Shrek izlerken ağladım
arkadaşlar. Evet, hani şu yeşil, animasyon olan. Shrek ve Fiona ayrılacak diye
hem de. Yanımdaki beş yaşındaki veletler bana bakıp çılgınlar gibi gülerken ben
akan rimelimi siliyordum.
Tüm bunlara rağmen garip bir sadistliğim de vardır. Mutlu
sonla biten her türlü dizi, film ve kitaptan nefret ederim. Çok net. Bir
şeyleri izlemek sırf bizim tekelimizde ilerliyor diye yapay mutluluk izlemek
beni sıkar. Yönetmene, senariste emrivaki yapmak da pek tarzım değil. (Emrivaki
diyorum, eleştiri değil aman dikkat :)) Pazardan domates alırken bile
seçtirtmiyorlar, senaryoya niye müdahale edeyim ki? Beğenmezsem keyfim değil mi
alırım kumandamı hoop zaping! Çok kolay tek tuşla hemen başka bir evrene geçiş
yaparım. Çarpıcı sonlar olsun, en sevdiğimiz karakterler çat diye ölsün ya da
ne bileyim, aşklar beklenmedik şekilde bitsin isterim. İstediğim şekilde olursa,
ohoo eller havaya. Hemencecik bağlanır, etkilenir “şükür be gözlerimiz film
gördü” diyerek o yapımı baş üstünde taşırım. Şimdi yaklaşık bir sayfadır
kendimi boşuna anlatmıyorum. Bütün bu anlattıklarım o depresyon grisi Cuma akşamı
değişti. İstisnalar kaideyi bozar mı, bozmaz mı bilmiyorum. Ama benim için epeyce bir bozdu. Kiralık Aşk diye bir evrene girdim. Biliyorum, hepimiz için çok
farklı yere sahip. Üşenmeyin girin Ranini Tv’ye Kiralık Aşk’ı neden çok sevdik
konulu 3285872 çeşit yazı var. Ve ben de sizler gibi bir çoğunun altına imzamı
atarım.
Heh, ne diyordum? Girdim ben bu olaya. Ay beni almasın mı bir
haller? Abartıyorsam Ömer ve Defne kavuşamasın ki, dokuzuncu bölümü altı kez art
arda izledim. Ne zaman ki annem “Kızım
iyi misin sen?” diye beni yoklamaya başladı bir kalkayım da vücuduma kan
dolaşsın diye ayaklandım. 10. Bölümü kaç kez izledim sayısını hatırlamıyorum
bile. Aldı beni bir bağımlılık. Aydilge duyduğum an dolmuşta oynamaya kalkmış
bir kadın olarak yazıyorum size bunları. Bir de küçük mucizelerle karşılaşmaya
başladım. Kuaföre gidiyorum, tatlış teyzeler “Defne kızılı nasıl olur bana?”
diyor. Ben kocaman kocaman gülüyorum.
Kadıköy’de yürürken küçük kızların “nana nina nay nay ”dediğini duyuyorum,
hayat güzelleşiyor falan. Ama artık son bombamı da utanarak yazayım.
Aylar
öncesinden planladığım İtalya gezisini cumaya denk geliyor, ay ne yapsak diye
düşünürken buldum kendimi. Gitmişken Monterosso’ya
da mı uğrasak bizimkilerin yerine de diye düşünüyordum ki, uçağa yetiştim. Ama
hiiiç üzülmeyin, İtalya sokaklarında da açtığım jeneriği orada da yaşattım
Kiralık Aşk ruhumuzu. Arkadaşlarım için
de iyi oldu. Ilgaz’ın canı sıkkınmış hoop gönder “Sen misin ilacınını
nanananina” sonra ben başlıyorum dans etmeye, gülmeye. İşte benim Kiralık Aşk’a serüvenim böyle devam etti. Tabii ki bana en
büyük katkısı şu an bu satırları yazabiliyor olmam. Ranini Tv’nin
sıcacık turuncu kollarına bu şekilde kavuştum ben. Hal böyle olunca bayağı
bir mutlu edicilik bekledim Kiralık Aşk'tan. Haksız da değilim! Çünkü “bana gül bahçeleri
vadettiniz.”
İlk 20 bölüm demekten dilim aşındı ama maalesef bütün
cümlelerim bu sokağa çıkıyor. Türk dizilerinin ömrü maksimum 2o bölüm gibi
bir düşüncem vardı. Yirmi sınır oluyordu benim için totem gibi yani. Fakat
bizde işler tıkırındaydı, ilk defa sınırı aşacaktık. Hem nice yirmilere
diyordum. Ne demek bitmek, final yapmak falan böyle iş mi olurdu? Benim mutluluk
fabrikası haline gelen dizim bitemezdi, tatil falan belki. Ama şimdi birazcık
gerçekçiliğe davet ediyorum sizi, masal diyarlarınıza ufak bir veda lütfen.
Bölüm üzerinden devam edeyim, buyursunlar kalkış için hazırım!
Yazı devam ediyor...