Yas tutuyorum diye şıklığımdan hiç taviz veremem şekerim, ölüm vakti bile en fırfırlı kürklerimi giyerim. Yürüyün kızlar, sarayı basıyoruz.
Bu arada bölümün finalinde yaşanan saray baskını Anastasia Tsilimpiou’nun diziye veda ettiği 6. bölümün sonunda yaşanan saray baskınının hemen hemen aynısıydı. Bir farkla…6. bölümün finalindeki, o bölümün son yarım saatine yayılan isyan ve baskın sahnesi mükemmel bir şekilde kurgulanmış, temposu ve gerilimi her geçen dakika daha da tırmandırılarak zirveye çıkartılmış, oldukça çarpıcı ve seyirciyi heyecanlandıran bir sahneydi. Dün akşam izlediğimiz baskın sahnesi ise son derece cılız, çok daha basit kurgulanmış, kolaycı bir sahneydi. 6. bölümdeki o muazzam sahnelerin hayal meyal bir deja-vusu olmaktan ileri gidemedi.

Ayrıca yeri gelmişken sorayım, hadi RTÜK nedeniyle kanlı sahneler televizyonda gösterilemiyor ancak Youtube'a yüklenen bölümler neden aynı şekilde sansürlü? Ne Murad Paşa'nın elini biçtiği hırsızın, ne Gölge Hatun'un bıçaklandığı zaman belinin ve sırtındaki yaraların, ne de bu bölümdeki baskın sahnesinde yaşanan kesip biçmelerin, kanlı sahnelerin sansürsüz hallerini internette dahi izleyemedik. Neden? RTÜK dizinin resmi Youtube kanalına da mı yasaklar getiriyor yoksa?

Koşun kızlar koşun, adam öldürüyorlar!! Arka kapılara doğru değil, sağdan sola soldan sağa koşun, ekran kalabalık gözüksün.

Bir kere daha 1606 yılı Topkapı Sarayı’nın yol geçen hanı olduğunu görmüş olduk. Bülbül Ağa’nın saraya geri dönerken yanında getirdiği altınlarla Safiye Sultan’a taraftar toplayıp böyle bir olayı adım adım organize etmesini göremediğimiz, bu plan sadece lafta kaldığı için sahnenin çarpıcı olma iddiası bir kademe daha azaldı. Üstelik daha bir bölüm önce yine dağıttığı altınlarla haremde satın aldığı herkes bir bir yakalanıp idam edilmiş ve ibret-i alem için ortalıkta sergilenmişken, hiçbir şey olmamış gibi bir rahatlıkla nasıl bu kadar çabuk yine Safiye Sultan’ın tarafında toplanabildi bu saraydaki insanlar, o da meçhul.

İnsan biraz tereddüt etmelerini, korkmalarını bekliyor değil mi? Baskın sahnesi bu kadar cılız, Hülya Avşar’ın Fahriye Sultan’ın ölümü sonrası Safiye Sultan’da göstermesi gereken hırs da biraz sönük kalınca, Sultan Ahmet’in tahtına oturduğu zaman Halime Sultan’ın işinin bitirilmesini emrettiği sahnedeki kötücüllük etkisi de haliyle tam yerini bulamadı. Genel anlamda güzel düşünülmüş ama kaçırılmış bir fırsat oldu bu baskın sahnesi. Keşke slow motionlarla çok gereksiz yere dakikalarca uzatılan sahneler izletmektense, böyle kritik sahneleri çok daha detaylı ve çarpıcı çekip onları izletseler.


La yürü git şuradan, adam gibi asker, koruma toplayıp öyle çık sefere. Bıktım senin kıçını toplamaktan.

Tabii şükretmek lazım, beterin beteri var. Bu baskın sahnesinden önce Sultan Ahmet’e gerçekleştirilen suikast sahnesi tamamen akıllara zarardı. Daha geçen hafta undefined">Muhteşem Yüzyıl’ın İspanyolca dublajla bile olsa ABD pazarına adım atabilen ilk Türk dizisi olduğunu ve kimbilir belki de dünyada İngilizce yayınlatılabilecek ilk Türk dizisi olabileceğini de yazmıştım ama her ne olursa olsun bahsettiğimiz yapım Muhteşem Yüzyıl olsa bile en nihayetinde onun da bir “Türk dizisi” olduğunu bize hatırlatan zamanlar da geliyor işte. Sektördeki bu “aksiyon sahnesi çekememe” sendromunun hali ne olacak bilemiyorum gerçekten.

Yazının başında bahsettiğim Yeşilçam filmine benzeme durumu tam bu sahnede yaşandı işte. Baştan aşağı klişe, baştan aşağı olmamış bir sahneydi. Güpegündüz, kendini saklamaya bile çalışmadan ortalık yerde tek başına suikast gerçekleştiren bir suikastçi mi dersiniz, iki-üç metre mesafeyi koşarak saniyede bilmem kaç km hızla uçan okun önüne hem de bir değil iki kere atlayarak esas oğlanı kurtaran fedai mi dersiniz, bütün bu olan biteni hiçbir şey yapmadan seyreden askerler, paşalar mı dersiniz…Hepsi vardı çok şükür, seçin beğenin alın.


Derviş delirme duuurr...Yanlış anladın sen beni, duuurr...

Yıllar boyunca dalga geçip küçümsediğimiz o Malkoçoğlu, Battal Gazi filmlerinde dahi amatörce ve komik olsa da insanların, o yıllarda ellerinde olan imkanlarla en azından aksiyon sahnesine benzeyen aksiyon sahneleri çekmeye çalıştıklarını düşünüyorum da, dünyada 60 küsur ülkeye pazarlamakla övündüğümüz bu gibi yapımlardaki bu sahneler neden böyle baştan savma oluyor inanın aklım almıyor, ekran karşısında bildiğiniz öfkeleniyorum.

TIMS Productions’ın elinde bütçe deseniz bütçe, sektörde en babasından ağırlık deseniz ağırlık, ne isterseniz var. Neden bu tür sahneler için adam gibi koreografiler hazırlayabilecek insanlarla çalışılmaz, neden arada bir havalarda uçabilecek dublörler kiralanmaz, neden adam gibi aksiyon sahneleri tasarlanmaz, içinden çıkılmayacak bir muamma benim için. Slow motionlar sağolsun bir adamın kınındaki kılıcı dahi 30 saniyede çıkarabilmesinin komik olmaktan başka ne gibi bir etkisi oluyor Allah aşkına?


Derviş delirdin mi naptın, dur. Öldüreceksin beni, duuuuurrrr.

Geçen hafta Şahin Giray ve Mehmet Giray’ın askerlerle dövüştükleri sahneyi beğenmeyenler olmuştu ancak dün akşam izlediğimiz şu sahneden çok daha güzel ve inandırıcı bir sahneydi o. En azından dinamik bir sekanstı, bir aksiyon duygusu vardı. Zaten dikkat ediyorum da genellikle bir tek Erkan Kolçak Köstendil’in dahil olduğu sahnelerde aksiyon sahneleri aksiyon sahnesine, dövüşler dövüşe benzeyebiliyor. Artık Köstendil’in kendisinden mi yoksa karakterin tasarlanmasından mı bilemiyorum.

Dün akşam izlediğimiz sahnede slow motion’ın Derviş Paşa’yla Ahmet arasındaki ilişkinin derinliğini verebilmek için kullanılması yerli yerindeydi ama onda bile iş uzadıkça amacından sapıp homo-erotik görüntülerin oluşmasına sebep oldu. Yine de her zaman olduğu gibi haklarını yemeyeceğim, Sultan Süleyman’ın yaptırdığı çeşmenin patladığı sahne oldukça güzeldi, slow motion’ın beklenen etkiyi verdiği belki de yegâne sekanstı. En azından Muhteşem Yüzyıl’ın 3. sezonunda Rüstem Paşa’nın at arabasının patlatılmasındaki animasyonlardan çok daha gerçekçiydi.


Kahretsin, bu hafta yine çok yakışıklıyım. Üstüne artık bir de hainim. Fahriye'yi kim ne yapsın, bütün kızlar kesin bana aşık olacak.

Bir-iki bölüm sonra dizide tekrar bir zaman atlaması yaşanacak ve bazı karakterler diziden çıkarken, ilk bölümden bu yana izlediğimiz çocuk karakterler de büyüyecek. Kadroya yeni yeni isimler eklenecek. Böylece 1. sezondaki 3. perde açılacak. Bakalım bununla birlikte yeni bir “başlangıç” daha yaşanacak mı dizi için. O zamana kadar gözüm özellikle karakter özellikleri ve motivasyonları bir anda 180 derece değişiveren ikinci karakter olma yolunda emin adımlarla ilerleyen Mehmet Giray’da olacak. Giray Kardeşler muamması hayırlı bir şekilde çözülebilecek mi yoksa altı bomboş bırakılarak sonlandırılan bir diğer karakter hikayesi olarak mı kalacak göreceğiz. Haftaya görüşmek üzere.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER