Öncelikle hiç dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama, Kösem’de
son iki bölümdür Muhteşem Yüzyıl külliyatı dahilinde hiç yapılmayan bir şey
yapılıyor. Yeni bölüm tam bir önceki bölümün kaldığı yerden devam etmek yerine
o bölümün son sahnesi “kaçıranlar ve tekrar izlemek isteyenler için” tekrar
edilerek başlıyor. İlk önce 13. bölümün başında 12. bölümün final sahnesinden
hemen önce Derviş Paşa ve Zülfikar Ağa arasında zindanlarda geçen sahne
(Zülfikar’ın Derviş’i hücreye soktuğu sahne) yeni bölümün yeni bir sahnesiymiş
gibi en baştan tekrar gösterildi. Dün akşam da 13. bölümün final sahnesi olan
Fahriye Sultan’ın dergâhın kapısı önünde yakalanması ve Safiye Sultan’ın
arabasıyla gelip haykırışlar eşliğinde koşarken Kösem’le yüzleştiği sahne.
Neden böyle bir şey yapılmaya başlandı anlamadım açıkçası.
Muhteşem Yüzyıl gibi
haftalık bir dizide değil de, günlük olarak yayınlanan “arkası yarın”larda
görmeye alışık olduğumuz bir uygulama bu. Fahriye Sultan 13. bölümün sonunda
yakalanıyor zaten, 14. bölüme dair yeni bir sahne değil ki bu. Neden “14.
Bölüm” başlığı altında eski bölümün bir sahnesini tekrar izleyerek vakit
kaybediyoruz? Üstelik de her yeni bölümden önce Star TV yaklaşık yarım saat
boyunca bir önceki bölümü uzuuun uzun özet geçiyorken? İnternetten izleyenler
deseniz zaten özel olarak açıp bölüm numaralarına göre sırasıyla izledikleri
için onların da herhangi bir bölüm finalini “ev işi yaparken (!)” kaçırması
gibi bir ihtimal yok. E, o zaman ne gerek var bu uygulamaya? Her yeni bölüm
kendine ait yeni sahneleriyle “yepyeni” bir bölüm olsa daha şık olmaz mı?
Erkek şiddetine hayır!!! Yine de hem kocan hem celladın olurum.
Fahriye Sultan’a dolayısıyla da Gülcan Arslan’a veda ettik bu haftaki
bölümde. Tarih konularında uzman olduğumu iddia etmiyorum bu nedenle Fahriye
Sultan’ın tarihteki tam ölüm tarihinden (daha doğrusu aşağı yukarı tahmini ölüm
tarihinden) emin değilim. Zaten kendisiyle ilgili bilgi neredeyse yok denecek
kadar az. Ancak Fahriye Sultan karakteri tarihi gerçekliği takip etmekten
ziyade daha çok seyircinin hem karakter hem de karakterden kaynaklı şekilde
Gülcan Arslan’a yönelik memnuniyetsizliğinden dolayı bu kadar erken diziden
çıkartıldı gibi görünüyor. Daha önce de yazdığım gibi Gülcan Arslan’ı
izlemekten keyif alıyordum ve hakkında yapılan eleştirileri acımasızca
buluyordum. O nedenle böyle erken bir veda tabii ki beni memnun etmedi. Sonuçta
bu tür büyük projelerde her karakterin ilk tasarlandıkları şekliyle mümkün
olduğunca gerektiği kadar devam etmelerinin taraftarıyım.
Hiç de fena parça değilmiş yahu, öldürmeden önce bir sevişse miydik ne? Mutlu giderdi öteki tarafa zavallı.
Ne yazık ki Gülcan Arslan’ın çok kötü yazılmış bir karakteri
yaşayan bir hale getirmesine bile fırsatı olmadı, kötü senaryo kurbanı oldu resmen. Geçen bölümün sonunda her
şeye rağmen içine düştüğü hallere üzüldüğümüz Fahriye’yi giderayak bile
iticileştirmeyi tercih etti senaryo ekibi. Aylardır Aziz Mahmut Hüdayi
Hazretleri’nin dergâhında kapanıp tövbekar olan Fahriye, libidosu tavana vurmuş
bir şekilde çıktı dışarı. Ölümü bile vaktiyle istemediği anlaşmalı kocasıyla
cilveleşirken oldu. Haliyle bu ölüm trajikten çok trajikomik oldu.
İzleyenler
bana katılacaklardır diye düşünüyorum, aynı zamanda çok da “erotik” bir ölüm
sahnesiydi. Gerek Fahriye’nin ölmeden önce Derviş Paşa’yı baştan çıkarmaya çalışma
hamleleri olsun, gerek öldükten sonra bedeninin Derviş Paşa’nın ayakları
dibindeki duruşu olsun gayet üstü kapalı seks göndermeli bir sahneydi. “Seninle
benim sevişmemiz ancak bu kadar olur Fahriye” dercesine öldürdü Derviş Paşa
zevcesini. Açıkçası bu ölümde karaktere, geçen bölümün sonunda küçük Meleki
dergâhın kapısını kendisinin suratına kapatırken üzüldüğüm kadar üzülemedim.
Fahriye Sultan geldi ve geçti, işte o kadar.

Ne güzel tablo gibi kareler çekiyorlar, ah bir de şu yağmurlu fırtınalı sahnelerde camlara vuran damlaları da bir gösterseler nolur? Fırtına kopup gökler yarılacaksa tam son dakikada değil de o sahnenin başından beri kopup yarılsa da ambiyans tam olsa.
Dizinin başından beri Hülya Avşar’ın performansıyla ilgili
ciddi bir eleştiride bulunmadığımı bilirsiniz. Sosyal medyada kendisi kıyasıya
eleştirilirken ben hep eleştirilerin abartılı olduğunu düşündüğümü söyledim,
karakterinin hikayesinin açılmasıyla birlikte Avşar’ın da performansının
gitgide rahatladığını ve izlemesi çok keyifli bir hale geldiğini yazdım. Ancak
bu bölümde maalesef beni hayal kırıklığına uğrattı. Açıkçası hayatta
kalan son evladını da kaybeden bir annenin büyük duygusal yıkımını ve
çöküntüsünü çok göremedim Eski Saray’da geçen sahnede.
Daha can yakan bir
performans beklemiştim, o canı yanmışlıkla alacağı intikam için çok daha amansız
bir şekilde geri geldiği zaman intikam duygusunun, hırsın yakıcılığını daha
iyi hissedebilmeyi. Ama olmadı. Ölüm olayının hemen ertesinde Sultan Ahmet ve
Kösem’le yüzleştiği sahnelerde (ve bölümün geri kalanında) yine iyiydi ancak
kızının cesedini gördüğü o sahne pek olmadı. Senaryo nasıl ilerleyecek,
İskender’in oğlu olduğunu öğrenip ölmeden önce onunla kavuşabilecek mi
bilmiyorum ama şayet böyle bir gelişme yaşanacaksa en azından orada seyirciye
çok daha kuvvetli bir duygu geçirmesini isterim.

Nerelere kayboldun yav İskender, ne güzel sohbet ediyorduk? Daha sana boynumdaki gibi son moda Beyonce saçı tarzı kürkten de alıp verecektim ben. Unuttun beni :(
İskender demişken, iki bölümdür nerelerde sahi kendisi? Ailesini
aramak için çıktığı yolda böyle mi arıyor ailesini? Haftalarca hiçbir şey
yapmadan Yeniçeri Ocağı’nda oturarak mı? Dediği gibi sefere götürüldülerse hani
nerede o sefer sahneleri? Güya birkaç hafta içinde yemin edip Yeniçeri
olacaklardı, niye aldıkları hiçbir eğitimi göremiyoruz? Yeniçeri olmadan sefere
mi götürülüyormuş acemiler? Zülfikar Ağa saraya geldi geleli Yeniçeri barakaları
ve oradaki yaşam, oradaki ilişkiler / rekabetler tarihe karıştı resmen. Yazık
olmadı mı onca güzel Yeniçeriler girizgâhına?
Yazı devam ediyor...