Bir haftalık aradan sonra herkese tekrar merhaba. Zaman ne
kadar da çabuk geçiyor. 1.5 sene boyunca başlamasını dört gözle beklediğimiz,
ilk bölümünün yayınlanmasına yakın, sabırsızlıktan o Perşembe akşamı bir türlü gelmeyecek
de sanki hiç başlamayacak sandığımız Kösem macerasında 14 bölüm geride kaldı.
Sezonun yarısını geçtik de yavaş yavaş bitiş çizgisine doğru yol almaya
başladık bile.
14. Bölümle ilgili yazıp çizmeden önce kendi adıma bir
konuyu açıklığa kavuşturmak isterim. Yazılarımı takip eden RaniniTv
okurlarının çok iyi bildiği üzere dizinin bölümlerini her hafta iyisiyle
kötüsüyle (hoşgörülerinize sığınarak biraz da uzun uzun ^^) kendimce
yorumlamaya çalışıyorum ancak bir seyirci olarak izlediğim yapımda eksik
olduğunu düşündüğüm bir takım detaylara özellikle dikkat çekebilmek için aksaklıkları
daha yoğun bir şekilde yazmayı eleştirel anlamda daha yararlı gördüğüm için, yazılarım
bazen sanki kasten olumsuz eleştiri olsun diye yazılmış eleştiri yazıları gibi
görünebiliyor. Asla böyle kasıtlı bir durum yok. Sonuçta bir seyirci olarak her
hafta ekran karşısında 2.5 saatimi harcamayı tercih ettiğim bir yapımın benden
aldığı o 2.5 saate gerçekten değen kalitede bir şeyler sunmasını beklemek en
doğal hakkım. Hepimizin öyle.

İlk dizide su bardakları tamamen gümüşten kupalar şeklindeydi diye demediklerini bırakmamışlardı validem. Yok atam Sultan Süleyman su değil şarap içiyormuş da, yok ecdadımıza hakaret ediyorlarmış da, bilmem ne...Ondan bu sefer içtiğimiz şeyin su olduğunu açık seçik gösteren cam bardaklar yaptılar da her bölümde gözlerine sokuyoruz görsünler diye. RaniniTv'deki şu çocuk da yazsın artık da, herkes bunu böyle bilsin.
Ancak bize sunulan ürünlerle ilgili olumsuz yanları daha
ağır basarmış gibi görünen böyle eleştiriler getirmekteki maksat üzüm
yemektense bağcıyı dövmek değil elbette. Hiç kimse sevmediği ve değmediğini
düşündüğü bir yapımın karşısında her hafta 2.5 saat geçirip, bir de kalkıp
üstüne uzun uzun yazıp çizmez zaten. Benimkisi tamamen “ayı yavrusunu severken
öldürürmüş” durumu. Açıkçası Muhteşem Yüzyıl Kösem’in çıktığı yolda en sonuna
kadar layıkıyla gitmesini görmeyi çok isterim. Bunun için de reytingleri ne
kadar iyi gelirse elbette ki o kadar sevinirim.
Ama en önemlisi her hafta reyting
birincisi olmasından ziyade gerçekten kaliteli ve iyi bir dizi olmasını her
şeyden çok isterim. Öyle güzel bir dizi olsun, içimizin yağları erisin, varsın
her hafta reyting birincisi olmasın, benim için o kadar da önemli değil. O
yüzden de eksiklikleri bir tık daha fazla yazmak daha doğru geliyor bana. Zira
kusursuz işleyen bir plandaki detaylar gibi olumlu ve başarılı olan yönler
kendiliğinden tıkır tıkır işliyor zaten. Gözünüze pek çıkıntı bir şey
ilişmiyorsa bilin ki işler yolunda gidiyordur ve emek verilen şeyin karşılığı
alınıyordur. Bize düşen işte o “çıkıntılıklara” dikkat çekmek ki onlar da yerli
yerine otursun, plan tıkır tıkır işlesin.

İşte burası da benim fakirhanem, Nasuhcum. Yıllardır dişimden tırnağımdan artırdım, biriktirdim çok şükür. Fahriye hep o yüzden beti benzi atık, bir deri bir kemik büyüdü fakir. Lakin hesap ettim, buradakileri satıp savınca bizim dönemi anlatan şaşası bol, entrikası bol, aksiyon sahneleri dört dörtlük olan bir dönem dizisi çekilebiliyor. Vasiyetimdir, hepsi TIMS Productions'a bırakılsın. Söyle, tarihi detayları çok arka planda bırakmasınlar, özellikle de aksiyon sahnelerine çok çalışsınlar.
Bütün bunları neden yazdım peki? Yazımın başlığındaki
“Başlangıç” kelimesi dikkatinizi çekmiştir, belki bazılarınız “neyin
başlangıcıymış bu şimdi” diye merak bile etmiştir. Söyleyeyim… Hatırlarsınız,
Anastasia Tsilimpiou’nun gidişi ve Beren Saat’in gelişine kadar dizinin
Kösem’den ayrı ikinci bir alt başlığı daha vardı. “Muhteşem Yüzyıl Kösem: Başlangıç”. Bahsettiğim işte bu “Başlangıç”. Beren Saat’in diziye dahil
olmasıyla birlikte bu alt başlık diziden kaldırılmış, başlangıç bitmiş ve asıl
dizi başlamıştı. Bu haftaki yazıma bu ismi vermemin sebebi ise 14. bölümün bana
yine “Başlangıç” dönemini hatırlatan o “biraz olmuş biraz olmamış”
yapıdaki gidişatı hatırlatan bir bölüm olması. Açıkçası Kösem’in bu bölümü
zaman zaman bildiğimiz bir Yeşilçam filmi izliyormuşum gibi hissettirdi.
Yeşilçam mı dedi o?? Şu saraydakilerin kökünü kazıyayım hele, sıra sana da gelecek.
Temposu
bayağı bayağı ağır, yarı ciddi yarı komik (Cennet Kalfa’yla Bülbül Ağa’nın
didişmelerinden kaynaklı değil bu komiklik), bol bol kolaycacık çözümlemeli (Halime
Sultan’ın Kösem’in odasındaki duvara açtığı deliğin ne hikmetse tabii ki de tam o anda
kapısı aralık unutuluveren (!) oda sayesinde keşfedilivermesi ya da Cennet
Kalfa’nın bu deliği mum yardımıyla keşfetmesinin Muhteşem Yüzyıl 4. sezonda Fatma
Sultan’ın Hürrem Sultan’ın gizli odasını keşfetme yöntemiyle aynı olması),
finaline doğru bol bol klişeli, son haftalarda izlediğim açık ara en vasat ve
sıkıcı bölümdü dün akşam izlediğimiz. Bunu şimdiden söyleyeyim de, yukarıda
yazdıklarım da göz önünde bulundurularak “yine diziyi kötülemeye gelmiş” durumu
olmasın :)
Yazı devam ediyor...