Neşe. Mutluluk.
Umut. Uzun ve karanlık bir kışın üzerine düşen ışık, açan güneş… Veya; bir
demet sarı lale, daha kısaca anlatmak gerekirse. Çünkü o; kısa, öz, verimli
anlatımların insanı.
Bir de gülüşünde
yeryüzünü ısıtan sırların saklı olduğu insanlar var. Enderler. Emsallerini
bulmak güç. Ruhları ince, dokunuşları
narin. Nadideler yani.
Günlerden bir
gün, içinizden “hayatın dört mevsimi” tadında bir hikaye izlemek geçecek
olursa; şunu bir kenara yazın ve iyi bir yerde saklayın. “2015’te Kiralık Aşk diye
bir dizi vardı, onun 33. Bölümü....” Kendisini ekseriyetle bir 5-10 sene sonra
bulduğunuzda, şimdikinden daha da tatlı bir nostalji hüznü de çökmüş olacak
üzerine, ve şu anki hissinizi mağrur bir gülümsemeyle hatırlayacaksınız. Evvel
zamandan bu yana sarı lalelerin temsil edegeldiği neşeden, umuttan, mutluluktan
çalıvereceğiniz bir tutam günışığı, doluverecek kalbinize.
Böyle 5-10 sene
ötelere gitmek adetim değildir aslında. O kadar ileriyi görme isteğini de,
donanımını da yeterince ihtiva etmiyorum. Ve fakat bazı şeylerden gözle görülüp elle
tutulamayacak nedenlerle eminsinizdir ya... Hani bazı hisler, yıllara meydan
okur ya... Bugün birkaç saat boyunca duyumsadıklarımız, işte tam bunlardan.
Defne’nin Ömer’le
uyandığı sabah doğan güneşe bakın. Mevsim sanki aylardan Şubat değilmişçesine
yaz. Pencerelerden içeri sızan günışığının, içerideki hayatın üstüne düşen izi
her zamankinden ayrı sanki, fark ettiniz mutlaka... Kaynağı dışarıda değil,
evin bizzat içinde olduğundan. O tam teçhizatlı Ömer İplikçi evi, belki ilk kez
tam anlamıyla içten ısıtmalı olduğundan. Her zamankinden daha sıcak, daha toprak
tonunda, daha güneş kızılında, daha “ev”. Aynen zamanında bazı Ömer beylerin
istediği gibi “Defne’ye benziyor”.
Ömer’in salonuna
gelen yepyeni berjerler, sehpalar, komidinler, halılar hangi ara yerlerine
böylece yerleşiveriyorlar sorabilirsiniz tabii. Hazır oradan yürümüşken, Defne’nin
spor çantasından hallice 2 haftalık bavulundan o pofiş pofiş polarlar,
kazaklar, pançolar, bornozlar nasıl çıktı diye de düşünebilirsiniz. Sırf çok
düşünmekten milyonlarca insanın farkında olmadan kendi hayatlarından çaldığı
milyonlarca saatte yenilerini eklemiş olursunuz ama... Yoksa sanmayın ki Ömer, batan
şirketin mallarını kurtarmaya çalışırken bir gün 80x190 masif ahşap kitaplık, bir
başka gün eskitilmiş kök meşe antre dolabı sipariş etsin. Ömer’in soğuk griden
sıcak toprak tonlarına dönen evi beni evrildikçe mest ediyor mu ediyor, o zaman
isterse sıradaki yemek takımını uzaylılar ışınlamış olsun! (Bunu söyleyen
yazar, o ‘buzdan şato’ya da az bayılmayan türdendi üstelik bakınız!)
Ama dönüşmek bu
değil midir zaten? Sevdiğiniz, gurur duyduğunuz, bütünüyle ‘siz’ olan, itinayla
dizdiğiniz parçalarınızı taşıyan yaşantınızda; apayrı, görünürde uyumsuz ve
tezat, neredeyse uçarı olan, fakat bambaşka sevdiğiniz yeni parçalar için yer
açmak? Ömer’in evine yerleşirken Galo’nun ‘çenesini kapatıp’ Ömer’in incinen
parçalarını tamir etmeye niyet eden Defne, farkında olmadan o parçaların
arasına kendiliğinden usul usul akan bir ırmak gibi doluveriyor. Kahvaltı
sofrasında artık bal var, mesela; sanki Defne Ömer’in kalbine damla damla
aksın, o usatlıkla kesilip incelikle işlenmiş parçalarını birbirine
yapıştırsın, sımsıkı bağlasın diye...