Nikahı değil mührü dedim başkan, çünkü Allah sahibine bağışlasın demesini de bilmek sevdaya dahil^.^ Çalışırken sana sebzeli pilav pişiren; çok fazla bakıp rahatsız etmesin diye UYGUR TÜRKLERİ üzerine eserlerin içinde gömülmeye razı olan bazı Defne’lerle aranızdaki saadete göz dikmenin ucunda taş olmak var çünkü TAŞ! Sandalye üstünde yamuk yumuk uykuya dalıp büyük olasılıkla boynu tutulacak garibim Defne’yi kucaklayıp neden yerine yatırmadın diye sorasım da yok değil aslında; ama pembe bornozlu Defne’yle karşılaşınca uzunları yakmış kamyon görmüş tavşan gibi kalakalan, “ee naapsak yatsak mı” deyince bile kayan ağzı gözünü zaptedemeyen Ömüş’leri düşünüce sana vakitsiz sıkıntı çıkarasım da gelmiyor ^.^ (Sıkıntı değil, vakitsiz sıkıntı. Anladın sen onu, çünkü her şeyin bir vakti ve sırası olduğunu görmeyi en iyi sen bilirsin, şaşkın Ömüş.)

Kiralık Aşk’ı izlerken gel zaman git zaman, tüm zamanların en iyi dizilerinden Mad Men’i düşünüp hatırlayıp iç çektiğim yalan değil. (-Taraflı bakıyor olabilir misin sayın yazar? – Pek tabii ki, evet! Neyse... ) Velhasıl benim bitmeyen satırlarımın sabırlı okuyucuları; işini ancak gerçek bir yaratıcıda bulunan tutkuyla yapan, gururlu, egosu yüksek, tökezlediğinde de dünyanın en cool şekliyle doğrulmasını beceren bazı Ömer İplikçi’lerde gördüğüm bir takım Don Draper’lara da aşinadır yani. İç çekerim, çünkü bu adamlar gibiler, aşık olunası değil, saygı duyulasıdır aynı zamanda. Hatta belki daha da çok ikincisinden. Ömer’de bugün görüp şaşırmadığım her bir şeyin sebebi; o herkeslerin yapıştırmaya çok meraklı olduğu “kibirli, gururlu” etiketlerinin altında yatan öz farkındalık hali. Bugün bir ikinicisini daha başarıyla tasarlayıp oynadığı oyununu “son gülen” olarak kazanıyor Ömer (ilki için bakınız: Sude) ama çok zeki ve kurnaz olduğu için değil. Kendini bildiğinden, görünürde kaybetmenin, gerçekte kaybetmek olmadığını içselleştirdiğinden. Ödün vermenin, düşmenin, hatta zaman zaman yenilmenin; gerçekten kendi değerini bilen insan için “kayıp” sayılmadığını özümsediğinden. Elastikiyet de derler buna, evet Eymen. Hatta bu bireysel ekonomi teorini, şu psikolojik savlar ile destekleyeyim ben de: Sadece özfarkındalığı yüksek olan insanların özgüveni yüksektir; ve egosu balon gibi şişik olanlar değil özgüveni yüksek olanlar istediklerinde daima kazanabilecek kadar “elastik” olabilirler. Akıllı insanla gerçekten akıllı insan arasındaki hikayeyi Deniz’le Ömer üzerinde uygulamalı olarak öğrenmeden evvel teorisini verdiğin, akademik tarafını eksik bırakmadığın için teşekkürler. Kiralık Aşk uygulamalı bilimler fakültesi bugün gururla sundu. Çok güzeldi hocam, sağolun, o kızçeler gibi ben de kaçırmam artık derslerinizi ^^ 

Ömer İplikçi’nin nasıl olup da - 27’sinde şirketler grubu sahibi olup, dünya sorunlarını çözme peşinde koşan bazı bay Grey’ler kadar olmasın - genç yaşında ismini bu denli efsaneleştirmiş olmasını – zaman zaman gülerek izlesem de – giderek daha çok anlıyorum sanırım. Bizim de en azından iki kez şahit olduğumuz üzere, sonunda kazanmasını hep becerdiği, ve bunu yaparken umarsız şekilde cool olduğu için. Asla göze sokmadığı, bas bas bağırmadığı, şişinip şişinip yırtınmadığı için. Ve buna bence ek: Herkeslerin aksine kaybetmeyi her defasında göze aldığı için. Hissiyatım o ki, bir eşi daha bulunmayan ustasına bakarken kurduysa da oyununu; o koleksiyonun bir şekilde yapılıp Tranba’nın ayakkabılarının altında imzasını görmeyi de göze almıştı Ömer. Çünkü ancak kaybetmeyi göze aldığınızda başarma şansınız vardır. Çünkü ancak kaybetmeye göze aldığınız şeyi – yani gururunuzu – daha önemli şeyler için – yani size güvenen insanlar için – ikinci plana atacak kadar karakterliyseniz, kazanırsınız hayatta. Eymen’in anlattığı gibi, uçurumun dibine mi, dağın zirvesine mi gideceğinizi karakteriniz belirler. Bunu karşısındakine söylemesine rağmen  esas “kendisini fazla ciddiye alan” kişi olan Deniz’in değil, kendini yeri geldiğinde ciddiye almamayı seçebilen Ömer’in kazanması gibi. Velhasıl, mutlu musunuz, attık çünkü çıtayı bir kez daha Allahüekber dağlarına!?!

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER