Kısa kısa...

● İplikçi rezidansını basan, o evin sınırları içine bir dünya “ev eşyası”ndan sonra sonunda çekirdek de sokan, perdelerin otomatik olmamasına şaşıran, ve giderken bize de bekleriz diyen mahalle ahalisi; bence Ömüş’ün daimi misafiri olun siz. Ustalarıyla çocukların tahsilini, ev kredilerini, çeyiz hazırlıklarını konuşan Ömüş ne kadar sırıtmadıysa, sizin yanınızda yüzü ay parçası gibi açan Ömüş de o kadar sırıtmadı! Azıcık tutukluğu da serde var, serde. Yavaş yavaş alışıyor. Kapakları kapamaya, evin yeni fon müziğine (bkz: bu bölüm asla susmayanını yaptıkları Defne) yavaş yavaş alışıyor. 

● Ömer sonunda Defne’nin koala polarına bile alışır, ama şirketin batma durumunu öğrenince, belli ki bavulunda yedekte tuttuğu “Teşvikiye Camii’ndeki cenaze outfiti”yle ansızın odada belirme ihtimali olan Koriş’e herhangi bir şekilde alışabilme ihtimali sanki düşük. 

● Ömer’in çalışma (!) odasında masasının arkasındaki raflarda duran, herhalde 3-4 senelik Monocle koleksiyonuna şaşırdık mı, hayır. Ama UYGURLAR konusundaki o tarihi eser.... Beni bile hala şaşırtabiliyorsun Ömüş, nasıl bir manzara var o beyninin içinde senin acaba? 

● Ömer’in nakış ustasıyla olan konuşmasının nereye bağlandığını günün sonunda anlamış olsak da; ona “ustalığını yaşat” diyen Ömer’in bunu sadece ustasına değil kendisine de söylediğini düşünüyorum. Tek olduğunu, yeterince iyi olduğunu, turp gibi olup kendisine zeval gelmeyeceğini düşünen Ömer; ustalığını, ancak onun kadar yetenekli ve aynı zamanda tutkulu olan “diğer yarısında” yaşatmanın tohumlarını büyütüyor bence kafasında...

● Sadece Defne ile Ömer’in değil, dizideki pek çok ilişkinin önemli kavşakları döndüğü bir bölümdü bu aslında. İso ile Yasemin’in girdikleri çıkmaz sokaktan ayrı yönlere doğru çıkmalarını, Yasemin ile Sinan’in durmadan birbirlerine çarpa çarpa ilerledikleri o engebeli yolda sonunda uyum içinde gidebilecekleri bir düzlüğe çıkmalarını, Sude ve Eymen’in bile ismini koymadıkları girift ilişkilerinin isminin üzerindeki buğunun yavaş yavaş kalktığını izledik. Ve bir yolculuğun bitişini. Güle güle, Defne ve Ömer üzerinde herkesten daha fazla emeği olan İz, yolun açık olsun. Kapanan yolda korna çalmaya devam etmek yerine farklı bir yoldan gitmeyi seçebildiğin için, eminim açık olur zaten. 

● “Sen bana böyle bakınca, bütün sorunlarım eriyor... erimiyor da, ben öyle hissediyorum” diyen tatlı ötesi Defne.... Tam 20 hafta önce “sen bana bakıyorsun ya, sanki bir rüzgâr çıkıyor ve bizi hiç bilmediğimiz, daha önce gitmediğimiz yerlere savuruyor” diyen Ömer’e selam edelim mi beraber? “Her şey sana benzesin” bence de, ve  buradaki “sen”i hep böyle değişe değişe kullanmaya devam edin siz. Ayh çok sevdiğimi söylemiş miydim? 

● Bir daha söylüyorum o zaman, hatta bir daha çünkü Ömer’in bahçesine çiçekler ekmek için ortadan kaybolan Defne de, onu kaybettiğini anladığı an her şeyi, bir kez daha, ve son defa anlayan Ömer de candır can. Yine bir 20 hafta kadar öncesinin hazin anılarını gözümüzde – ve kulağımızda – canlandırmaya niyetli o dramatik sahneyi; göz pınarları kısa devre yapsa da iç huzurunu kaybetmeden, nefesi endişeden değil aşırı doz tatlışlıktan böğründe tıkanarak izleyen bir ben olamam, değil mi? Ömer’in içeri girdiği andan itibaren yaşadığı bütün o duygu geçişlerini önden ezber etmişçesine izleyen de bir ben olamam bence. Hayatına sızan günışığının bir simgesi olan o sarı laleleri vazosuna koyar koymaz, hayatına sızan o günışığının çekilmiş olabileceği korkusu... Neyin size “ne iyi geldiğini” sonunda tam anlamıyla idrak etmek, sarılıp sarılıp bırakmayacağınızı anlamak, işte bu kadar kolaydır bazen. 


Güneşiniz eksik olmasın, sevgiyle...

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER