Başıma bir şey
gelmeyecekse ben bu bölüm hakkında ne düşüneceğimi bilemedim diyeyim mi? Günah
gitti, dedim bile! Ve sorun; “o kadar aynı ev, aynı çatı altı, aynı şömine başı
fakat ‘tık’ yok efendiler!” de değildi bakın... Veya buydu, ama benim ‘tık’lar
gerçekten mini mini ‘tık’lardı cebinizi yormazdı; bir gülüşe, bir bakışa, bir
iç çekişe tav olurdum mesela. İz’in Milano’ya gitmediğini öğrendiğinde
Defne’nin çektiği iç gibi. İç çekmek iyidir iyi. İç çekemezseniz o nefesler
içinizde büyür, tıkanır; sonunda ‘hık’ diye kalırsınız maazallah. Ömer dağ gibi
adamsın, yazık. Gelinim de değilsin ama söylüyorum o kadarını da sen anla işte.
Ömer’leri anlama
ve anlatma departmanında bu akşam fazla mesaiye kalmak gerekecek gibi
göründüğünden, kahveyi tazeleyip geldim. Malum, ben de bir takım Ömüş’ler gibi
‘çay değil kahve’. Ama ne yalan söyleyeyim, biri bir gün kapıma dayanıp Defne
kadar tatlı “bana çay yapar mısın?” deyip kollarını koala gibi belime dolasa, onunla
dişlerim kamaşana kadar çay içerim orası kesin. Dolayısı ile Ömer’cim belki sen
de aynısını denemelisin çünkü malum çay boğaza iyi gelir, iç filan ısıtır. Hani
o, şu sıralar yamaçlarında Sibirya rüzgarları esen yüreciğine de bir faydası
olabilirdi diyorum. Yine de sen bilirsin tabii. Serde bunca yıllık İplikçilik, Nespressoculuk
var. Alışkanlıkları değiştirmek zor zaar.
Ömer’i en son
nerede bırakmıştık, hatırlayalım. “Nedir sırrın bulucam” diye ah edip,
Defne’nin ananesinden bir telefonla ‘borçlarının olmadığını öğrendikten(!)’
sonra; bir takım gündüzler ve geceler boyunca – tabaktaki yemekten iki yudum
yemediği için aç biilaç – yattığı istişareler neticesinde muhtemelen bir yere
varamamış; ve büyük olasılıkla zaten çorba olmuş kafasına bir el blender’ıyla
da o dalsın diye Sude’nin konuşmasını bekler iken. Ha, sonra el birliğiyle Sude
saatli bombasını etkisiz hale getirdiler de sır ortaya çıkmadı. Şahane! (Ömer
İplikçi stayla okuna). Defne’nin çektiği iç’lerin on katını biz mi çekelim
şimdi yani Necmi, Sinan hatta Koray? Siz bu adamla dalga mı geçiyorsunuz? Günü
kurtara kurtara kalan günleri torbaya soktuğunuzu farkında değilsiniz zaar;
zira Sude’nin sadece saatini biraz ileri attınız, üstelik şimdi daha da
hınçlandı, korkarım Ömer’le Defne’nin nikahını basıp “siz kardeşsiniz” den
hallice “Defne kiralık aşk!” diye bağırmak suretiyle bombasını patlatacak.
Ömer’in bunca
saçma tavrı doğru dürüst didiklememesini de yadırgamam gerekiyor biliyorum mesela,
ama bazen etrafınızda olup biten her şey adam gibi sorgulanamayacak kadar saçma
ve absürt bir hal alır, ve kalan şuncacık yaşam enerjinizi emer ya, “ne haliniz
varsa görsün”den gayrı bir tepkiyi de gönül rahatlığıyla bekleyemiyorum o
nedenle kendisinden. Her şeyi sadece devletten değil Ömer’den de beklememek
lazım bazen.
Kimden beklemeli,
işte bir cevapsız soru daha... Defne? Bulup bulabildiği tüm kestirme yollarda
bile Neriman acar polis gibi peşinde. Nero’cum ayrıca nasıl bir radar sistemi
kurdun sen? Hulusi’nin evinde kuru kız
alarmı mı var...? KATİL UŞAK mı cidden yoksa?! :)
Yazı devam ediyor...