İnsanoğlu dünden bu güne dek
ses ve nefes ile birlikte var olmuştur. Yaşamımız bir nefesle başlar.
Soluduğumuz ilk nefes içimize işlerken, havanın o yakıcı oksijeni ilk defa
sesimizin varlığını kanıtlar. Dünyaya ilk merhabamız sesimizin acı çığlığı ile
insanoğluna duyurulur. “Ben buradayım. Var oldum.” demektir, o ilk ses ve
nefesimiz. Sonra ne hikmetse nefes aldığımızı unutuveririz. Sanki hiç
solumuyormuş gibi, sanki hiç havayı ciğerlerimize işletmiyormuşuz gibi yaşam
savaşımız arasında bir yere sıkıştırırız. Bekleriz. Nefesimiz de bizi bekler.
Biz ne zaman teklemeye başlarız, o ânda nefesimiz bizi dürtmeye başlar. “Ben
buradayım. Bak, unuttun ama en dar zamanında yine bana ihtiyaç duydun.” der.
Anlarız ki biz nefesimizi bıraksak dahi nefesimiz bizi bırakmaz. Her daim
bizimle birlikte ve hattâ bizden önce harekete geçer. O ânki ruh hâlimize,
duygu durumumuza karar verir ve yahut hâl ve tavırlarımıza kadar nasıl
işleyeceğini, nasıl çalışacağını çok iyi bilir.
Bir de sesimiz vardır.
Hayatta olduğumuzun, yaşadığımızın bir kanıtıdır. Nefesimizi unutsak da
sesimizi bir o kadar hatırımızda tutmaya devam ederiz. İlk yaşam belirtimiz nefes olsa dahi sesimizle
yaşadığımızı duyururuz. Bizi canından çok seven ve koruyan annemiz bile nefes
alıp almadığımızı sesimizin kontrolü ile belirler. Ses bencildir. Ses her daim
bize ihanet eder. Ses haindir. Nefes ne kadar verici ise, ses bir o kadar
bizden alır. Acıkırız bunu sesle ifade ederiz, herhangi bir organımıza veya uzvumuza
bir takım şeyler olur sesimizle duyururuz. Acı çektiğimiz, ağladığımız
zamanlarda sesimiz de peşimiz sıra gelir. Bize inat, kendini daha çok belli
eder.
O sırada yanımızda olan bir
diğer varlık ise nefesimizdir. Bizimle birlikte hareket eder, soluğumuzu sıklaştırır,
“Yanındayım, merak etme. Birazdan her şey geçecek.” dermiş gibi daha çok
çalışır. Nefesimiz bize ihanet etmez, ancak biz eğer nefesimizi unutmaya ve
özverisiz davranmaya devam ettiğimiz sürece nefesimiz de pes etmeye başlar.
Tekler. O zaman bir nefesimizin olduğunu hatırlarız. Ses, insanoğlunun ömrünün
sonuna geldiğinde bize en büyük ihanetini yerine getirir. Artık kendimizi ifade
edeceğimiz bir ses tınısını duymayız. Oysaki dünyaya varlığımızı ilk
kanıtladığımız gün ses, çığlık çığlığa senkronize tınılarla kulaklarımızı
tırmalamaya ant içmişti. Peki, ömrümüzün sonunda ne değişti de bu ihaneti hak
ettik? Ne değişti biliyor musunuz? Yıllarca nefes aldığımızı unuttuk. Kendi
derdimize, hayat gailesine kapılıp gittiğimiz için nefesimizin kırgınlığı küskünlüğe
dönüştü ve bu dönüşüm insanoğlunun en büyük devinimi olur. O ânda nefes
aklımıza gelir ve iş işten geçmiştir. Hayatla olan savaşımızın da son
soluğumuzla sonuna geliriz. İşte ses ve nefesin hayat hikâyesi budur. Her
hayatın bir ses ve nefes hikâyesi vardır. Tıpkı mezar taşında yazan doğum ile
ölüm tarihi gibi. Bu savaşı ne ses ne de nefes kazanır. Savaşın tek kazananı
hayatın ta kendisidir.

Yakarım bu kulisi
Gülru defilenin gafleti ve süslü spot ışıklarının egosuyla ona hediye
edilen nefesi unuttu. Bu defa ses, Gülru’yu dürtüklemeye başladı. Alkışların
büyüsü, şatafatlı insanların sahte gülüşleri ve tebrikleri Gülru’yu baştan
çıkardı. Ego şehvetinin içine düştü. Ne ablasını, ne sevdiği adamı ne de geri
kalanları düşündü. Sahte dünyanın sahte tebrikleriyle ayakları yerden kesildi.
Bunları yapan tek şey Gülru’nun içindeki sesti. Gülru’nun içinden başka bir
kadın çıkardı. Hem de ona hiç yakışmayanından. Sevgi paylaşımdan, koşulsuz
inanç ve güvençten ibaretken; sevgi sahte gülücük, bir tutam yalancı alkış ve
kıskanç bakışlara dönüştü. Bir defa alkışın o büyüsüne kapıldığında bir daha
asla gerçek sevginin tadını almamaya başladı. Mutluluğun, huzurun, saygın
olmanın tek yolu alkıştan geçtiği algısına kapıldı. Alkış varsa Gülru Sipahi
var. Sipahi! Ne kadar kudretli bir ad? İnsanoğluna tüm kapıları sonuna kadar
açar. Sanki ilk nefesinin soluduğunda Sipahi olarak var olmuş gibi. Tüm yaşamını
Sipahi olmak için vermiş gibi. Dünden bugüne dek o sahte alkışlar, nereden
geldiğini ve kim olduğunu insana unutturur. Hattâ öyle bir şarlatana döner ki;
insan olduğunu, senin de onlar gibi sadece bir soluk nefesten ibaret olduğunu çoktan
unutturur. Ses dürtükler. Sürekli şatafatlı sahte dünyanın büyüsüyle kandırır.