“Söz”de kalmak. İşte bütün mesele bu değil mi zaten? Defne’nin bugün bu “bir küçük söz meselesi” konusundaki tavrını yetişme çağındaki küçük çocuklara izletip “Bak kızım; söz vermek ve sözünü tutmak konularında yapmaman gerekenler bunlar... izle ve bunlardan sakın.” demeliyiz türünde iddialı açıklamalar filan yapmak üzereyim, biri beni tutsun.
Veya tutmasın, zira bu konuda Ömer’den kurtulmaya çalışan Defne gibi “Bırak ya, yeter artık bıktım uğraşmaktan!” diye bağrış çığrış çırpınasım var. Ama haşa, “DEFOL!” da demem. Çünkü defol da nedir Defne?!!!?!
Bir öykünün “climax”e, yani doruk noktasına çıkış konusunda izlemeyi seçtiği yollar, onun en tartışmalı kısımlarıdır esasen. Büyük sarsıntının olabilmesi için fay hattını önce gerim gerim germek gerekir. Enerjinin açığa çıkabilmesi için, tansiyonun evvela zirvelere bir tırmanması şarttır. Kahramanlar, ancak şaşkınlığın dibine vurulmak veya delirtilmek suretiyle “aklı başına geldi” kıvamına ulaşırlar. Ömer’i de işte, çıktığı Allahuekber Dağları'nın tepesinden aşağıya fırlatmak icap etmiştir, nihayet kendisinden ne saklandığını bulmayı kafasına koyması için!
Bu nedenle, ama sadece bu nedenle; yani neredeyse 30 bölümdür parçaları itinayla birleştirilen Ömer İplikçi yapboz’unun eksik kalan son parçasını bulup yerine koyması sebebiyle, Defne’nin çıtayı Allahuekber Dağları'ndan aşağı fırlatmasını bir izleyici olarak kabul edip baş üzerine koymayı seçiyorum. Seçiyorum. Bu da benim “bir küçük seçim mesele”m olsun.
Ömer’in yapbozunun eksik kalan parçası, bu karakterde bir adamın kendisinden 30 haftadır – veya en azından kendisinin vakıf olduğu kadarıyla, 14-15 haftadır – saklanan her ne ise onun peşine adamakıllı düşmemesiydi. Bu süre içinde “Sadece kendine güvenirim.” diyen adamdan, “ Sana güvenemiyorum.” diyen adamdan “Güvenmek, inanmak, yeniden başlamak istiyorum.” diyen adama evrildi Ömer. İzlediğimiz günün başında; “Derdin neyse söyle, beraber çözelim.” diyen Ömer’i gördüğümüzü hatırlayalım. Ya da durun, esas Defne’nin buna “Şimdi anlatmayacağım... bir gün çözüp sana geleceğim, ve bir daha hiç gitmeyeceğim.” dediğini hatırlasak! Hatta vazgeçtim, bunu biz değil, DEFNE HATIRLASA MESELA?
Geçtiğimiz bölümün sonundaki bu sahnenin artık kaleden nasıl çıkacağına dair fikrim yoktu desem yeridir. Bana göre; izlediğimiz o Allahuekber Dağları'ndan halka seslenen Ömer İplikçi’nin istediği her ne ise yapmayanı Allah çarpardı, o derece! Ve fakat Defne topu çizgiden çevirdi. Velhasıl kendisi bilardo, asistanlık, insan ilişkileri ve pazı dışında kalecilik konusunda da çok iyiymiş! Söyledikleriyle beni bile ikna etti ki ben Ömer gibi Defne aşığı da değilim!
İşbu sebep,
Defne’nin Ömer’i ikna edemediği, veya ne yaparsa yapsın edemeyeceği konusundaki
değişmeyen, bir türlü kırılamayan fikrini değiştirmek için ne yapmalıyız cidden
bilemiyorum. Kızım Defne, adam sana inanmak istiyorum dedi, “Derdin neyse
anlat beraber çözelim.” dedi, buna rağmen yine bir şey anlatmayıp söz vermene
eyvallah demeyi seçti, ertesi gün gözyaşlarını öpen ama yine de elde var
sıfır eve dönen adam değilmiş gibi seni bıyık altından gülüp süzmeyi
sürdürüyor, sadece tutarsızsın dediği için mi her şeye reset atmayı tercih
ediyorsun! Sana uzatılan zeytin dalları yüzünden kim bilir kaç zeytin ağacı
çorak kaldı, haberin var mı?