Sezar’ın hakkını Sezar’a vermeden geçecek de değilim. Defne’yi de anlıyorum. Kapısına “kendi isteğiyle” “er ya da geç” – hatta hiç de geç olmadan – gelen; “bunun anlamını biliyorsun, di mi?” diye soran Bay Ömer İplikçi’den; bu kadar hızlı bir 180 derece dönüş daha görMEmek artık Defne’mizin de hakkı! Kızın her şeyden evvel arkada bırakılıp gitmelere karşı fobisi var Ömer! Aynısını 30 saniye dolmadan tekrar yapman içerik olarak haksız olmasa da şeklen falsolu bir kere! O yüzden zaten çocukluğundan hala fazla şüphe buyurmadığım sevgili Defo’ciğimizin akabindeki tepkilerini mazur görebiliyorum. Seninkileri de zaten anlamıştım, “İrritabl Ömer İplikçi’leri anlama ve topluma anlatma” dernek başkanı sıfatımla... O yüzden “yürü yürü” dedim gençlere. Zaten ÇOK ŞÜKÜR ki, çok da fazla karın ağrıtmadan yürüdüler!
Haftalar boyunca bazılarımızı sendromdan sendroma sürükleyen; donuk, şifreli, sevgisini Defne’yi geçtik bize bile damlalıkla gösteren Ömer İplikçi’ler mazide kalmış sayın seyirciler, nereye doğru halaya duruyoruz!? Koltuğuna geri dönen eski Ömer İplikçi, yine Defne’sini dakikalarca süzmelere; onun çayının şekerini, açmasının zeytinini düşünmelere doymuyor. İşte sahalarda görmek istediğimiz Ömer’ler. Ömer İplikçi karakterini neden bu kadar sevip bağrımıza bastığımız bu sahnede gizli aslında. Ömer’e; Defne’ye aşkla bakıp ince belli bardakta çayını karıştırdığı için değil; tüm bunları göze sokmadan, büyük büyük oynamadan, ben ben diye bağırmadan, neredeyse sahne arkasındaki sihirli bir el gibi yapmasından dolayı bayılıyoruz. Kendine pay çıkarma; ne centilmen bir adam, ne şahane bir aşık olduğu konusunda gerinme derdinde hiç olmadı Ömer, ve yine değil. Adeta ne yaparsan yap aşk ile yap’ın vücut bulmuş hali; ve bunun ne anlama geldiğini de anlıyor. Aşk ile yapılanın göze sokulmasına gerek yoktur. Bu nedenle daha da kıymetlidir zaten.
Defne’miz de hiç anlamıyor değil şimdi... Bakışlarını görmedik sanma Defo. Ömer’i kesmekten açmaya bakıp üstündeki bir avuç zeytini göremedin. Ve ne kaddddarrr çocuk olduğunu da hemencik gözümüzün önüne serdin de, yakın vadede her koşulda kendinden emin, stratejisini geçen bölüm sonunda olduğu gibi kusursuz uygulamaya koyan koyu Defne yeşili tonundaki femme fatale’e henüz tam geçiş yapmadığımızı anlamış olduk. Bu arada; zaten istiyor da değilim. Defne yeşilinin tek bir renk değil, binlerce tondan oluşmasına çok memnunum ben! O harika bir renkler harmonisi; ve uçuk yeşil çocuk Defne ile koyu yeşil cüretkar Defne tek bedende buluştuğu için “şahane!” Defne zaten!
Cüretkar... Yoksa korkak, çekingen, utangaç, kabuğunu kıramayan, cüret edemeyen mi demeliydim Ömer bey? Biz senin dün akşamdan tadı damağında kalmış, yangının üstüne benzin atılmış Defne’yi geri getirmeye çalıştığını anladık anlamasına da; Defne’miz saf ve senin takdirine aç; bir güzel sözünü süt bekleyen yavru kedi gibi bekliyor. Senin oyun peşinde olduğunu, kediciğin önüne yumak attığını fark edemeyecek kadar hassas bu konuda! Eh senin radarından geçemeyenler de oluyor işte, ne de olsa sen de büst değil etten kemiktensin. Biraz öfleyip püflemelere katlanacaksın o vakit. Ve Yasemin’e azıcık kulak da vereceksin – umarım – Defne için “o bu işte daha çok yeni, bu yüzden kırılgan, defansif” dediği noktada. Bu iş, kimseye müsamaha yok dersen; sadece iş için akşam size uğrayacak Cherie’nin tasarım departmanından Defne Topal hanımı buluverirsin öyle kapında işte!