Şüphesiz..
“Her şey
yolunda gidiyor, planlar tıkır tıkır işliyor” sanılan yerde “Basîr” olan (her
şeyi gören) Allah’ın plan kuranların ve oyun bozanların en büyüğü olduğunu hep
sonradan hatırlarız. Hatırlamak da bir nasip işidir. Ya ömrünü bundan habersiz
sürdürüp gidenlerden olsaydık? Er ya da geç bize hakîkati bildirene hamdolsun..
Aslında “geç” diye bir vakit yoktur. O işin zamanı o’dur
ancak. Yoksa Allah’ın bize bir hakîkati bildirmekte geç kalmış olması mümkün
müdür? Nasibimize düşen ve takdir edilen vakit ne ise o an vasıl oluruz sırra.
Tuğtekin gibi..
"Hiç kimse görmek istemeyenler kadar kör değildir"
Bütün Kayı bir olup “Kocabaş hain” dese de buna kulaklarını
tıkayıp, gözlerini kapatan Tuğtekin’in payına gerçeği 38. bölümde öğrenmek
düştü. Hem de oldukça acı biçimde. Hem kendilerini hem de Kayı Alplarını tuzağa
çeken Kocabaş’ın gerçek yüzü ortaya çıktığında Tuğtekin’in yaşadığı hayal
kırıklığı çok iyi yansıdı ekrana. Geçen hafta bir anket yaptık; bilmem biliyor
musunuz? “Sizce Tuğtekin ölecek mi?” diye sormuştum. Ankete katılanların yüzde
73’ü Tuğtekin’in ölmeyeceğini söylemiş. Ben de aynı fikirdeydim. Henüz ölüp
ölmediği gösterilmedi ama gidişata bakıldığında ölmediğini düşünüyorum. Ölmesin
de zaten. Uğur Güneş Diriliş’e çok yakıştığını düşündüğüm bir isim. Hem
oyunculuk hem resim açısından ilk günden itibaren hiç yadırgamadan sinemize
sardığımız bir karakter. Evet, çok kızdık. Ama hep biliyorduk ki Tuğtekin bir gün
gerçeği öğrenecek ve bu atarlı giderli hallerinden utanç duyacak. İşte o gün
geldi. Tuğtekin’in ölmesini tabii istemiyoruz ama bu şekilde ölmemesi de enteresan
oldu biraz. Noyan’ın onu yaralayıp “ölsün” diye kurdun kuşun tasarrufuna
bırakması garip geldi bana. İlle öldürmeyecektiyse alıp kendi mekanına
götürseydi bari. Zeka küpü Noyan böyle yaş tahtaya basacak adam değil amma.. Bakalım
vardır belki de bir ters köşe.
Alplar, erler cenk ededursun obada bulunan kadın
cesedinin ardından Dodurga’da kızılca kıyamet koptu. Selcan, suçluluğundan emin
olduğu Aytolun’u herkesin içinde bangır bangır işaret ederken başına
gelecekleri hesap etmemişti tabii. Elinde delil yok, olaya şahit yok.. Zaten
Gündoğdu’nun ve dahi pek çok kimsenin tepkisi üzerinde birikmiş. Bu durumda -haklı
bile olsa- dayanaksız suçlamalarda bulunması Selcan’ı ancak “fesat, iftiracı”
yapardı. Nitekim yaptı da. Çünkü Aytolun suçlu bile olsa güçlüydü. Şahitleri de
vardı. Arkasını dayadığı yalanları da.. Bu durumda şimdilik mağlup gibi görünen
Selcan’ın yarın nasıl haklı çıkacağına beraber şahit olacağız ve diyeceğiz ki
yine o vakit: Güçlü olan değil, Allah kimin yanında ise o kazanır.
Tuğtekin ve Ertuğrul’un cenk ettiği sahneden söz
etmek istiyorum. Birbirlerini isteseler çok rahat öldürebilecekleri o yerde
yine de kardeşlik hissinin ağır basması ve Ertuğrul’un “kardeş kanı dökülmesin”
diye orayı terk etmesi çok dokunaklıydı. Ve bir o kadar mânidar.. Geçen sezon
da olmuştu böyle bir sahne. Yanılmıyorsam Kurdoğlu Ertuğrul’un peşine alpları
takmış ve sonra cenk etmek durumunda kalmışlardı. Ertuğrul Bey’den yine benzeri
bir cümle de o bölümde gelmişti. Değil iki bölüm her bölüm bu konunun altı
çizilse yeridir. Millet olarak bu mevzuuyla sıkça imtihan edildiğimiz
düşünülürse verilen mesajların ne denli isabetli olduğu daha iyi anlaşılır.
Dodurga’da işler karışmış, Ertuğrul da Tuğtekin’le
imtihan oluyorken Halime ile Deli Demir bir ağaç altında Ertuğrul’dan gelecek
müjdeli haberi bekliyordu. Ertuğrul Bey Noyan’ı alt edebilse idi Halime ve Deli
Demir Konya’ya gitmek durumunda kalmayacaktı. Ama olmadı. Fakat yine de ortalık
karışık diye çıkamadılar yola. Halime Hatun nasıl vefâkâr, cefâkâr bir karakter
değil mi? Erkek seyircilerin kuvvetle ihtimal evlenecekleri kadında aradıkları
bütün özellikleri resmediyor. Kurguyu kenara bırakırsak, gerçekte de böyle
olmamış olsa o boydan bir cihan devleti çıkmazdı sanırım. Halime Hatun, Hayme
Ana sabırla erlerinin arkasında durmasa, obalarında fitneye müsaade etse ve en
az erlerini sevdikleri kadar devletlerini de sevmese bugün burada başka
meseleleri konuşuyor olurduk sizinle. Hâsılı Kayı Boyu’nda kadın önemli,
kadınlarda da Kayı Boyu önemli. Geçtiğimiz bölümlerde Selcan’a birkaç kez el
kaldıran Gündoğdu karakterine -her ne kadar Selcan’a hâlâ hoş davranmasa da- bu
bölüm, “kırılası ellerimle sana kaç defa vurdum” dedirttiğiniz için tebrik
ediyorum. Bunlar kimine göre önemsiz ayrıntılar olabilir fakat bence oldukça
dikkat edilmesi gereken konular. Çünkü maalesef ekranın seyirci üzerinde böyle
bir etkisi var. Evet, bu herkes için geçerli değil. Ama seyrettiğinden
etkilenen bir kişi dahi olsa bu önemli bir şey.. Bir de ekseriyetle
kahramanların olumsuz taraflarını model almayı seviyoruz galiba. Ondandır ki
geçmişte kadın dövmüş karaktere bu hususta pişmanlık yaşatıp “kırılası
ellerimle sana vurmuştum” dedirtmek oldukça mühim hareket.
Gündoğdu demişken, Gündoğdu karısını dövmedi belki
ama ona dair dayaktan beter bir karar aldı. Başka bir hatun istediğini ima etti
Hayme Ana’ya. İşin en acı tarafı da Hayme Ana buna icâzet verdi. Ölem ben.
Aytolun ve sülalesinin ilmek ilmek ördüğü nifak ağları sektirmeden herkesi
içine düşürüyor maşallah. O Goncagül, goncagül değil kabak çiçeği mübârek. Bir
nazlanmalar, bir iltifatlar Gündoğdu’ya. Her dakika Gündoğdu’nun dibinde
bitmeler, göz süzmeler falan.. Ay yok daha fazla yazamayacağım. Selcan ve
Gündoğdu huzura ersin gayrı, âmin.
Artuk Bey ve Hayme Ana sahnesine gelelim. Artuk Bey
demişken Bir arkadaşım var benim.. Ta liseden, yirmi yıllık..Tam bir Diriliş Ertuğrul hayranı. İkimizin de en
sevdiği karakterlerden biri Artuk Bey. Özellikle diziyi seyrederken ya da bittikten
sonra onunla bölüm üzerine konuşmayı çok seviyorum. Sağ olsun bazen
göremediğimi görüyor; Dodurga’nın gören gözü Artuk Bey gibi o da benim gören
gözüm oluyor. O yüzden Artuk Bey’den bahsedecekken onu yâd etmeden geçmek
istemedim. Eksik olmasın dilerim. Konuya dönersek.. Artuk Bey’in dizideki varlığı
bana garip bir mutluluk veriyor. Dün Hayme Ana’yla çadırda yaptığı konuşma mesela.. Nasıl naif, güven ve huzur vericiydi
öyle.. Bakışıyla, duruşuyla, kelamıyla her daim doğrudan yana taraf tutanlara
zaafımız var bizim. Artuk Bey de bizim için öyle bir karakter. Her adımı olay,
her sözü efsane.
Bu bölüm beni çok etkileyen bir sahne vardı. Korkut
Bey’den hiçbir zaman Süleyman Şah’tan aldığım enerji ve hissi alamadım, yalan
yok. Bunu evvelden de söylemiştim. Fakat bu hafta toyda Ertuğrul’un bebekliğine
dair yaptığı konuşma içimde bir şeylerin ılık ılık akıp gitmesine sebep oldu.
Bundan on yıl evvel bununla ilgili tek satır yazamayabilirdim belki. Fakat
insan evlat sahibi olunca Allah o evlatla birlikte insanın kalbine binbir türlü
duyguyu da emanet ediyor. Sırf o sözler üzerine oturup sayfalarca yazabilirim.
Bir bebek elinden nasıl şifa gelebileceği, bir bebeğin aslında bir bakıma can
suyu olduğu üzerine.. Biz her doğan günün yeni bir başlangıç olduğuna, cennet
kokusuyla dünyayı şereflendiren her bebeğin kanadında yeni müjdeler taşıdığına
iman ederiz. O sebepten Korkut Bey’den dinlediğimiz o hikâye kalbimde derin bir
muhabbetle karşılık bulmuştur.
Geldik bir Diriliş yorumunun daha sonuna. “Allah
oyun bozanların en büyüğüdür” deyip alplarıyla vedalaşan Ertuğrul Bey’i bakalım
haftaya neler bekliyor.
Bu arada geleneği bozmuyoruz; bu ara sıkça
dinlediğim “Şemsiyemin Ucu Kare”
türküsünü -olur ya belki dinlemek istersiniz diye- şuracığa bırakıyorum.
Emek
veren herkesin eline sağlık..
Haftaya görüşmek dileğiyle..