Bir Mad Men Güzellemesi: 7 yılın ve o “Emmy”nin ardından..

Ve Don Draper; Mad Men’in en katmanlı anti-kahramanı. Bir Mad Men güzellemesinin ancak en sonunda kendine yer bulması, benim dizinin yaratıcısı Matthew Weiner kadar iyi bir planlamacı olmadığımın delaleti gibi dursa da Don’un bu yazının sonunda sahneye çıkması çok planlı ve şaşalı değilse de incelikli bir kasıt barındırır.

Don Draper bu dizinin başlangıç ve bitiş noktasıdır. Aynı anda hem en siyah hem de en beyaz kahramanıdır. Dizinin ilk saniyesinde siyah bir silüet olarak beyaz gökyüzünden yere çakılmak üzere süzüldüğünü görürsünüz. Ama bir sonraki karede elinde sigarası, sırtı bize dönük, odasındaki kanepede oturmaktadır. Bu açılış sekansı aslında hem çok açık ve seçik, hem de son derece üstü örtülü ve simgesel olarak Don’un tüm hikayesini anlatmaktadır.

Don rengini belli etmeyen, yüzünü göstermeyen adamdır. Ama sadece en yakınlarına, ailesine, çocuklarına, çevresindekilere ve bize değil; kendine de göstermez “kim” olduğunu. Don’un karakterini şekillendiren pek çok şey vardır, ama bunların en temelinde yatan kimliksizlik, aidiyetsizliktir belki de... Kökten, doğduğu andan başlayan bu ‘sahipsizlik’ onu hayatının her evresinde dünyaya yabancılaştırmıştır. En temelde birilerinin evladı gibi hissetmediğinden, kendini de hiç bir şeyin sahibi gibi hissetmez. Hayatı hem mecazi anlamda, hem de (izlememiş olanlar için spoiler çok vermeyecek şekilde ifade edersek) gerçek anlamda ödünçtür, emanettir, hatta onun daha çok hissettiği şekilde “çalıntı”dır.

Zorlandığı tüm durumlardan “Bu hiç olmadı.” diyerek çıkacak şekilde programlanmıştır; kendisine inşa ettiği hayatın içerisinden bu mottoyla yürür. Çok defa da tökezler zaten. Sadakatsizliği, mesafesi, sevgi göstermek konusundaki beceriksizliği... öğrenilmiş çaresizlikler gibidir. Kendisini toparlayama çalışan bir karakter değildir Don, aslında yıllar boyunca izlediğimiz, açılış sekasındaki düşüşün bir yansımasıdır. Kendini sonsuz bir boşluğa bırakmıştır; kurtulmaya veya kurtarılmaya inancı yoktur; çünkü kendisine inancı yoktur. İş hayatında ona sınırsız kapılar açan, onu başarıdan başarıya koşturan özgüveni, egosu, yeteneğine olan inancı; kendisini kurtarmaya ve daha iyi bir adam olmaya geldiğinde yok olur. Çünkü “Don” ona göre sahtedir, icat edilmiştir, gerçek değildir; bu sebeple de kurtarılmayı, düze çıkmayı, sadık bir eş, düzgün bir baba, iyi bir adam olmayı hak etmemektedir.

Mad Men, bu adamın kefaretinin, düze çıkışının, kendini affetmesinin ve sevmesinin hikayesidir. Bu anlamda izlemesi zordur; çünkü Don kendiyle beraber bizi de uçurumdan atar, nefret ettirir, üzer, kızdırır. Ancak bu, size kurgu bir karakterle kurabileceğiniz en derin bağı kurduran bir yolculuktur. Don Draper’dan nefret ede ede onu severiniz. Ve bu kadar zorlandığınız, sınandığınız için çok daha başka seversiniz.

Ve ona mükemmel hayat veren Jon Hamm’in, asla “büyük büyük” oynamadan, tiratlar atmadan, elini kolunu bile kaldırmadan, dışarıdan bakan birinin “bomboş bir yüz ifadesi” diyerek basitleştirebileceği kadar yalın ve incelikli bakışlarla ve mimiklerle Don’un en yüklü anlamlarını, en derin duygularını karşıya geçiren adamın, sonunda dünyadan da takdir görmesi, sizi kendiniz ödül almışçasına gururlandırır. Benim Don’la ilişkim bu işte.

Ve sizin için de temennim en öz hali ile şu: Umarım siz de bir gün Mad Men’le tanışır, Don’la sınanırsınız.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER