Kış
döneminin bu anlamda en tatlı işlerinden biri
Gönül
İşleri’ydi
diyebiliriz. Televizyon ekranının Yeşilçam geleneğinden devam
ettirdiği ve en banko formatlardan biri olan aile odaklı bir anlatı
olmakla beraber, aile temasını zorluklara, kötülere karşı
beraber mücadele veren geleneksel mahalle/aile anlatısından ziyade
terk edilmiş bir baba ve tek başına yetiştirdiği üç kızının
birbirleriyle ve hayatla olan hikâyesi şeklinde kullanmak teoride
iyi de bir fikirdi.
Örneğin
Kocamın
Ailesi
gibi daha geleneksel aile formatını kullanan bir hikâye gibi bazı
dış kötülüklere, sinsiliklere, tuhaf gizemlere karşı savaşan,
birlik ve bütünlüğünü koruduğu oranda güçlü olan bir aile
hayatı çizmekten ziyade annenin yokluğuyla görüntüde zaten
parçalanmış ama baba ve kızlarının hâlâ o aile kurumunu
yaşattığı ve onların birbirleriyle ve hayatla olan ilişkilerini,
mücadelelerini anlatacak gibi duran bir hikâyeydi, hatta
Süper
Baba’yı
anımsatacak da gibiydi baba odaklı ailesiyle.
İlerleyen
haftalardaysa, esasen annenin de konuya katılmasıyla babanın
birdenbire her ne hikmetse anneye çok haksızlık etmiş, ailenin
asıl hatalısı konumuna getirilmesiyle hikâye kendisini oluşturan
denge unsurlarını, dolayısıyla o görece farklı diyebileceğimiz
tadını ve akabinde ivmesini ve seyircisini de kaybetti. Yine de
banyo sonrası kafasına sardığı mavi havlusu başta olmak üzere
hepsi birbirinden “deli” maceralarıyla deli Yılmaz olarak
Timuçin Esen ve dizinin diğer tatlı karakterleri ve oyuncularıyla
geçen sezondan hoş bir seda bırakan işlerden oldu
Gönül
İşleri.
Bu arada bir parantez açarsak aile fikrini/formatını daha da
absürt ve farklı bir tonda anlatmayı deneyen
Beş
Kardeş gerçekten
farklı bir tadı olsa da, genel olarak seyirci nezdinde hiç
tutunamadı gibi görünüyor. Dizinin genel anlamda ağır temposu
ve sahnelerinin çokça sarkması yanında dizilerdeki geleneksel
aile fikrinin ve aileli formatların üzerlerinde fazla oynanıp,
farklılaştırılmaya bir direncidir belki de bu sonuçlar.

Yine
ekrana çok çabuk veda eden
Urfalıyam
Ezelden
aslında alışıldık Doğu-Batı kültürü/hayatları çatışması
eksenindeki ağalı/konaklı dizilere alternatif olabilecek, Urfa’dan
İstanbul’a gelen bir ailenin hayatta kalma, büyük şehirde
kaybolmama çabasını anlatmaya meyletmişti ama, hikâyenin
temelindeki kardeşinin karısıyla evlenmek zorunda kalan, sevgilisinden de vazgeçemeyen esas oğlan fikri asıl
kilitlenme ve çıkışsızlık noktası oldu diye düşünüyorum.
Töre baskısı, kavgalar, silahlar ve şiddetten uzak, Urfa yöresine
has müzik kültürü ve geleneğiyle İstanbul’da artık çok
değişmiş müzik piyasası ve bu yeni dünyada arada kalmış bir
ailenin hikâyesi alternatif bir tat verebilecekken
Urfalıyam
Ezelden’den
de kilitlenen hikâyesinden çıkamayıp erkenden veda
ettiklerimizden oldu.