Yeni Pixar başyapıtı: Inside Out

Sinemada film izlemek başlı başına bir deneyimdir. Filmi salonda izlemek ve evde izlemek arasında dağlar kadar fark olsa da aynı büyüklükteki fark evde izlemenin maddi yüküyle sinemada izlemeninki arasında da olunca bazen seçim şansı kalmıyor ne yazık ki. Efektleriyle öne çıkan, gümbür gümbür gelen Jurassic World gibi filmler cebimizdeki bilet paralarını parsellerken size tavsiyem Inside Out adlı şaheseri de izlemeden geçmemeniz. Garip bir şekilde Türkçe altyazı olmaksızın vizyona sokulan iki orijinal kopyadan birini tercih etmeniz ise ayrıca tavsiyemdir, zira kusursuz bir oyuncu seçimi var filmde. Amy Poehler (tüm zamanların en iyi komedi dizisi Parks and Recreation’ın Leslie’si) baş karakterimiz Joy’a (Neşe) sesini verirken komedyenler Mindy Kaling, Bill Hader, Phyllis Smith (bkz. mükemmel oyuncu seçimi); duayen Richard Kind (ki kariyerinin en iyi performanslarından birini veriyor) ve Lewis Black yan karakterleri konuşuyorlar.

Pixar’ın en iyi işlerinde imzasını gördüğümüz Pete Docter’ın yönettiği filmin konusunu aradan çıkaralım önce. Babasının işi yüzünden okulunu, arkadaşlarını ve büyüdüğü şehri arkasında bırakmak zorunda kalan Riley taşındıkları yeni şehre alışmaya çalışırken beynini ve duygularını kontrol eden Neşe, Üzüntü, Korku, Tiksinti ve Öfke (Türkçe çeviride isimleri farklı olabilir, emin değilim) ona bu değişimde yardımcı olmaya çalışır.

Inside Out bugüne kadar izlediğim en güçlü konsepte sahip film olabilir. İnsan beyninin nasıl işlediği masaya yatırılmış ve hepsi öyle bir mekanizmaya oturtulmuş ki, tam filmin olayını kavradığınızı düşündüğünüzde daima yeni bir detayla aklınızı başınızdan alıyor Pixar. Gerçekten de kafanızın içinde öyle şeyler olduğuna inanıp filme tamamen teslim olduğunuzda ise filmde her şey yıkılmaya, tabir-i caizse ters yüz olmaya başlıyor. Altımızdaki halı pat diye çekiliveriyor. Bütün anılarımızın ağır basan duygusuna göre kategorize edilip arşivlendiği, eylemlerimizin kafamızda vücut bulmuş duygular tarafından şekillendirildiği bu dünyada kişiliğimizi oluşturan ise ana hatıralarımız oluyor. Babamızla oynadığımız bir oyun hayatımızı şakacı biri olarak sürdürmemize yol açıyor, arkadaşımızla çıktığımız bir gezi arkadaşcanlısı birine dönüştürüyor bizi. Beynimize bağlanan adacıklar olarak tasarlanan bu kişilik özellikleri çok hassas, biriktirdiğimiz yeni hatıraların etkileriyle yerle bir olmaya çok müsait. Bu yüzden büyümek tehlikeli, büyümek dikkatli yaklaşılması gereken bir hadise…

Duygu gelgitleri yaşamayan insana temkinli yaklaşırım hep. Daima neşeli, daima üzgün, daima kızgın olmak mümkün olmamalı. İnsan üzgünken bile bir şeye güler, eğer duvarlarını çok yüksek örüp kendini o duygunun içine hapsetme hatasını yapmadıysa. Inside Out bu durumu duygulara fiziksel görünüm vererek çocuklara bir bir, güzel güzel anlatıyor. Söz konusu gerçeği unutmuş büyüklerin ise kafasına kafasına vuruyor, acımadan. Neşe’nin vücudunda üzüntünün rengi mavinin de olması, Üzüntü’nün Neşe ile birlikte ortadan kaybolmasıyla tüm dengelerin altüst olması, sadece Korku, Tiksinti ve Öfke’yle hayatın sürdürülebilir olmaması gibi detaylar filmi birkaç kere izleyip yeni çıkarımlar yapmayı mümkün kılıyor. Daha çok Riley’nin beyninde vakit geçirsek de fragmanda da gördüğümüz üzere anne ve babanın beyninde de benzer bir mekanizma mevcut. Ancak buradaki fark, herkesin beyninin patronunun farklı bir duygu olması… Riley’ninkinde yönetim Neşe’deyken, babasınınkinde Öfke ipleri ele almış durumda örneğin. (benimkinde de öyle olduğunu varsayıyorum, ne yazık ki) Filmin asıl hikayesi o kadar sıradan, ya da daha doğru bir kelime seçimiyle o kadar olağan ki aynı durumu zaten yaşamış ya da yaşamamız muhtemel olan bizler Riley’nin beynini izlerken kendi mekanizmamızı da işletiyor, kendi tepkilerimizi sınıyoruz ister istemez.

Günün sonunda filmin varacağı nokta az çok tahmin edilebilir olsa da burada hakikaten önemli olan o noktaya kadarki yolculuk. Mendilleri cebinizde hazır etmeniz; etraftaki çoluk çocuğa kahkaha, alkış ve gözyaşlarınızla rezil olmayı göze almanız; filmden çıkınca saatler sonra bile sade ve sadece onu konuşmak istemeyi kabullenmeniz gereken bir yolculuktan bahsediyorum.

Ve gönül rahatlığıyla söylüyorum ki, Pixar bu kusursuz filmle çok şükür ki geri döndü!

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER