Hayatın her birimiz için ayrı ayrı kurguladığı senaryolar
var. Bunu mevcut düzen dahilinde severek de karşılayabiliyoruz, reddederek de. Uyum
sağlayabilmek büyük mesele evet, kendi hikayeni yazmanın derdine düşmekse çok
daha büyük. Kendi tasarladığı dünya için gayret göstermenin riskini alabilen
her insana da bugün gıptayla bakıyoruz zaten.
Netflix’in Türkiye’de ürettiği orijinal işlerinden Aşk 101’in
kendi kafasında uzaylar tasarlayan çocuğu Sinan olarak bir şekilde güncel
hayatımıza eşlik etse de, bugünün habercisi; aslında yıllar öncesinde
arkadaşının setine gittiğinde rotasını ekran önüne çevirmesine eşlik eden
cesareti. Ve işte Mert Yazıcıoğlu’nu ‘’Aşk 101 Sinan burada mısın?’’ diyerek
aradığımız noktaya getiren hikaye de buradan başlıyor. Sette Can Sipahi ile
sohbet edip kadrajın sınırlarının içine nasıl girileceğini o dünyadan öğrenmiş.
Onlarca defa audition*’lara girmesine ve bunun için onlarca kilometreyi kat etmesine
rağmen işin mutfağına nasıl dahil olunur herhangi bir fikri yokmuş. Bu noktada
da aslında onu hep bir adım öteye taşıyan kafasında çizdiği hayatın rayında
ilerliyor olduğunun bilinci. Hayallerini kurguladıktan sonra oldurmamak için onlarca
neden sıralamak yerine, inanmanın getireceği mutlak pozitivizm de tam bu noktada
kapılarını zaten ardına kadar aralayarak hayatına gözünü kırpmış.

Dedemin insanlarında onun deyimiyle ‘’birkaç saniye’’ bakmışız
ona. Daha sonrasında Kayıp Şehir’de bir parça daha yer almış. Tüm bunlar
oluyorken Cevdet Mercan’ın yanında kamera arkasından kamera önünü deneyimlemiş.
Görmüş, dinlemiş, anlamış. Ve bu noktadan sonra da eğitim almaya başlamış. Daha
sonra Karagül’de Baran olarak çıkmış seyircinin karşısına. Bu yazıyı yazmadan
önce ekşisözlük’te adına yazılmış entry’lere baktım. Ve zaten Mert Yazıcıoğlu’nun
bugünleri, dünlerinden belliymiş. Baran’ı canlandırıyorken dizinin Antep’te
çekiliyor olmasından dolayı oyunculuk eğitimine devam edememiş. Bu onun için dezavantaj
mıydı o dönem için bilmiyorum, ama anladığım kadarıyla çokça avantaj haline gelmiş.
Teorik bilgilerle ekran hamurunu yoğurmaktansa sette kemik oyuncu kadrosundan, kamera
arkasından gözlemleyerek ve ekran tozu yutarak öğrenmiş birçok şeyi. Bu süreçte
aslında geldiği noktanın farkında olmayarak, televizyon ve seyirci kavramının
artıları ve eksilerini tam olarak deneyimlemeden girmiş bu dünyaya. Murat Saraçoğlu’ndan “Ben
ressamım, sen boyasın. Boya, ressamın önüne geçmez.” Dönütüyle kendi ekran
benliğini yavaş yavaş tanımaya başlamış. Kendi hikayesine ve yaşadıklarına olabilecek
en yakın karakterle ilk bölümlerde karşımıza çıktığı için, derdini bize çok iyi
anlatmış o dönem.

İşletme eğitimi almış olmasına rağmen, bir yandan da
kadrajdan çıkmamayı başarmış. Umuda Kelepçe Vurulmaz, Fatih ve Bir Litre
Gözyaşı’nda televizyon ve sinemayı defalarca kez arşınlayan isimlerle aynı
çerçevede yer alması da hem hevesini hem de oyunculuk karakterini sıcak tutmuş.
Mahir olmak onun için, biraz karakterin farklı
derinliğini anlamak biraz da anladığını anlatmak istemekmiş.
Sinemada İyi Oyun ile çıktılar karşımıza. Alışılmışın dışına
çıkıp risk almayı başaran her filme olduğu gibi, yeniye kapıyı aralama
cesaretini göstermelerini sevmiş ve böyle de düşünerek izlemiştim. Günümüzde izleyici sayısıyla özdeşleştirilmeye
çalışılan ve başarıyı da bunun ölçütleriyle değerlendiren düzene rağmen birçok
ödül almış film. Ve tabi biz bunu popülerizm kovalayan mecralar nedeniyle
duymamış, görmemişiz. İbrahim Selim’le yaptığı sohbeti izlerken duyduğumda şaşırdığım
kadar da bu riski alan ve işte emeği geçen herkese karşı saygı duydum bir kez
daha. Emeklerine sağlık.

Sosyal Medya hesaplarında gördüğüm kadarıyla alışılmışın dışında kalan şeyleri deneyimlemeyi seviyor.
La Bohème de dinliyor AnnenMayKantereit
de. Aklına
gelen bir fikri gerçekleştirmek için sorgulamak yerine yapmayı tercih ediyor.
Tam da böyle anlarından birinde atıcılık yapma fikrini düşünüp aynı gün içinde
ilgilenmeye başlamış. Ülkemizde ön yargıların esiri olup tercih eden kesime
absürt yaklaşımlar yapan insanlardan ziyade bu sporu severek yapmış ve gayet de
güzel bir seviyeye taşımış. Mental rahatlığından ve günümüz koşullarının
karşımıza ne çıkaracağını kimsenin ön görememesinden dolayı, günlük hayatın
içerisinde yer alması gereken bir spor olduğundan da kendisi bahsediyor.
Ve Sinan olarak çıkıyor şimdi 119 ülkeden oluşan geniş çaplı
bir perdenin önüne. Dün başlayıp bitirme arasına birkaç nefes sığdırabildiğim
bir hikayenin anlatıcılarından o da. Üstlendiği rolden bambaşka bir insan
olmasına rağmen derdini gayet de iyi anlattı birçok insana.
Umarım kendi rotasını çizmeyi başarmış ve cesaretinin
sorumluluğunu almış her insan gibi, onu takdir ederek izlemeye devam ederiz.
Emeğine, karakterine sağlık.
İrem.
Audition: Tipik olarak, oyuncunun yeteneklerini daha önce ezberlenmiş ve prova edilmiş bir solo parça aracılığıyla veya seçmene veya kısa bir süre önce icracıya verilen bir iş veya parça icra etmesini içerir.