The Commuter / Yolcu: Bir "train wreck"

The Commuter / Yolcu: Bir
The Commuter / Yolcu sonrası salondan çıkıp film üzerine düşünmeye başladığımda aklımda yalnızca bu vardı, “train wreck”. Zira hem filmi hem de filmin konusunu için İngilizce’de bir felaketi, bir kaosu ve/veya büyük bir başarısızlığı anlatmakta kullanılan, Türkçe’ye ise “tren kazası”, “tren enkazı” olarak çevirebileceğimiz “train wreck”ten daha uygununu bulmak zor.

Başrolde aksiyon filmlerinin vazgeçilmez isimlerinden Liam Neeson’ın yer aldığı film, yıllardır aynı trenle yolculuk eden eski polis Michael MacCauley’nin hayatının zor günlerinden birinde karşısına  çıkan fırsatı ve bu fırsatın ardından gelişen olayları konu alıyor. Yönetmenliğini Neeson’la daha önce Unknown (2011), Non Stop ( 2014) ve Run All Night (2015)filmlerinde çalışan Jaume Collet-Serra’nın üstlendiği The Commuter’da ayrıca Vera Farmiga ve Patrick Wilson yer alıyor.



Polisliği bırakıp bir sigorta şirketinde çalışmaya başlayan, iki krizin ardından bir şekilde yeniden ayağa kalkmayı başaran Michael MacCauley’nin tüm hayalleri bir gün işe gidip işine son verildiğini öğrenmesiyle yıkılır. Zira oğlunun eğitimine iyi bir üniversitede devam etmesini isteyen Michael’ın işsiz kalma gibi bir seçeneği yoktur. Dönüş treninde, işten atıldığını eşine nasıl söyleyeceğini kara kara düşünen Michael’ın karşısına bir fırsat çıkar. Bir kadın Michael’a sorgulamaması gereken bir görev vermiştir. 25.000$ avansı kabul ettiğinde Michael’ın görevi tamamlamak için birkaç duraklık bir süresi olacak, görevi başardığında takdirde ise 75.000$’lık bir ödeme daha alacaktır. Bu görevi ilk başta bir şaka zanneden Michael, sonrasında ise görevi verenlerin ciddiyetini kavrayacaktır. Süresi her geçen saniye daha da azılan Michael’ın tek yapması gerekense hakkında sınırlı sayıda bilgisi olan bir yolculuyu bulmak ve inmeden önce çantasına bir verici yerleştirmektir. Ancak bu görev tahmin ettiği kadar masum bir görev değildir.

Başta Keifer Sutherland’in Jack Bauer karakterine hayat verdiği 8 sezonluk 24 dizisini akla getiren The Commuter, ortada bir bilmecenin olmasıyla CSI, Sherlock gibi polisiyeleri akla getiriyor. Neeson’ı Taken serisindeki Bryan Mills karakterini akıllara getirir bir rolde izlediğimiz The Commuter filmini kılan ise anlatımı.



Birçok Liam Neeson filminin aksine IMAX kamerayla çekilen The Commuter, izleyiciye farklı bir Liam Neeson filmi ile karşı karşıya olduğu izlenimini veriyor başlarda. Geniş ekranda etkileyici görüntü yönetmenliği, izleyiciyi içine çeken ve meraklandıran bir sinematografi… Filmin yapımcıları arasında Canal +’un yer alıyor olması ise insanı ümitlendiren bir diğer etken. Yaklaşık 15-20 dakika kadar sürüyor bu durum, gündelik hayatın anlatımı, bu sürecin sürekliliğinin dile getirimi, gündeliğin artı ve eksileriyle melodik bir şekilde işlenmesi… Fakat ne oluyorsa, Michael görevi kabul ettikten sonra başlıyor. Hikaye ilerledikçe, tempo yükseldikçe film de karışmaya başlıyor. Sonunda ise başta belirttiğim üzere bir enkaza dönüyor.
Aksiyon severleri – IMAX olduğunu da düşününce – tatmin etmek potansiyeli yüksek olan The Commuter, sakin polisiyeler sevenler içinse oldukça vahşi gelecektir şüphesiz. İlk dakikalarda izleyiciyi beklenin aksine şaşırtan, umutlandıran film sonunda ise Person of Interest’i andırır konusuyla, doğru ve yanlışa ilişkin zorlama kalıplarıyla hızla düşüşe geçiyor. Liam Neeson aksiyonu sevenlerin (bir süre) soluksuz izleyeceği bir film. Benim tavsiyemse izleyeceksiniz ve imkanınız da varsa IMAX tercih edin, en azından karşılığını veriyor.





BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER