Beş gündür tanıdığınız bir adamla evlenir miydiniz?
Evlendiniz diyelim… Adam evlendiniz günün ertesi sabahı ortadan kayboldu, peşine
düşer miydiniz? Hadi düştünüz… Hiç bilmediğiniz bir dünyada, hiç alışık
olmadığınız bir yaşam tarzına uyum sağlar mıydınız? Çok aşıksınız ama öyle
böyle değil… Hiçbir yere ait olamamışsınız, kalıplara sığmazsınız, kuralları
sevmezsiniz buna rağmen bir evin içinde, sizin dışınızda gelişen ‘yasalar’ ile
yaşamak zorundasınız. Yaşarken de kendiniz olmayı ve benliğinizi korumak zorundasınız…
Yapar mıydınız? Yapabilir miydiniz?
Sena yaptı. Sena adının arkasına Koçovalı soyadını aldı, yine
de vazgeçmedi Sena olmaktan. Yamaç’ın vazgeçmesine de izin vermedi…
Kim demiş canım çekiyor diye öpemem seni?
Sena’da en çok sevdiğim özelliklerden biri kendini kalıplar içinde tutmuyor oluşu. Kadın, canı istiyor diye öpemez mesela dizilerde ve filmlerde. O hep erkek hamlesidir. Erkek öper önce, kadın çekingen olandır…
Neden? Çok da güzel öper kadın, çok da güzel atar ilk adımı. Sena da öyle yaptı, şu an seni öpmek istiyorum, dedi ve öptü.
Bu sahnedeki Yamaç ise bambaşka bir hikaye. Yamaç’ı ayrı, Yamaç’ın Sena halini ayrı
seviyorum. Yamaç Sena halindeyken bambaşka bir adam oluyor, tam da birkaç gün içinde evlenme kararı alınabilecek türden
bir adam.
Erkin Koray’ın gitarını satabiliyor mesela... Çünkü sevdiği
kadını Paris’e götürüp evlenecek. Gözünün içine bakıyor Sena’nın, kelimelerini
bir bir dinliyor. Sena bir gülüyor, Yamaç’ın teni renkleniyor, gülüşünde
çiçekler açıyor. Sena bir öpüyor, Yamaç’ın içinde şenlik başlıyor. Sena bir
seviyor, Yamaç sığmıyor yer yüzüne.
Çünkü o Sena, Sena Koçovalı.
Bir isimden daha fazlası, dedim ya o bir başkaldırı.
Orada dur bakalım Sultan Hanım.
Sena ne ise, Sultan tam tersi. Ne yaşamış, nasıl gelmiş bugünlere bilinmez. Sultan da dimdik duruyor, Sena da… Bir tek farkla. Sultan, Sultan değil. O sadece İdris Koçovalı’nın karısı, çocuklarının hatta Çukur’un annesi. Sena ise, Sena. Koçovalı soyadı olmadan, Yamaç olmadan, Çukur olmadan... Sena bütünüyle, Sena.
Eve geldiğinden beri, Sultan ona her ‘gelin’ dediğinde itina
ile düzeltti “Benim bir adım var, Sena.” diye.
Senin bir adın var Sena, senin bir benliğin, fikrin, duruşun,
hayata bakışın var. Hayattan beklentilerin, gelecekten umudun var… Sen çıksan şimdi
Çukur’dan hiçbir şey kaybetmesin Sena’lığından.
Sultan tüm kontrolü elinde tutan, tutmakta da ısrarcı olan
birisi. Anne evet ama şefkatsiz, otoriter, katı bir anne. Beni en şaşırtan
tepkisi ağlanmayacak olmuştu geçen bölüme kadar ama dolapları araması sahiden
de sınırları zorlayan bir durumdu. Sena’nın o kapıyı açmayacağı belliydi zaten.
Sultan’ın Sena’ya durup durup ‘suyu bulandırma’ demesi de bu yüzden. Diğerleri
de Sena’ya benzeyecek çünkü benzememeleri gerekiyormuş gibi. Saygı başka bir
şey korku başka… Sultan kendisinden korkulsun istiyor ve bunu yaparken altını
doldurmuyor, nedenler sunmuyor sözel olarak. Dışarı çıktı diye acımadan
torunun saçlarını kesiyor, biri yemeğe ondan önce başlayacaktı diye herkesi aç
bırakıyor… Sena tüm bunlardan bir güzellik çıkartıyor ısrarla. Saçlarını
düzeltmek için Akşın'ı kuaföre götürüyor, yenmeyen yemekleri anneleri gece yok
diye çocuklara götürüyor. Sena siyahları itina ile renklere buluyor.
Çukur’un içindeki parıltı Sena, Çukur’un içindeki güneş
ışığı.
Yazı devam ediyor...