Evet, gerçekten bunu yaptım. Ankara Sanat
Tiyatrosu’ndan çıkıp Devlet Tiyatroları’na gittim. Şaka bir yana, Allah
şifasını vermesin, bu tiyatro hastalığını zamanında Devlet Tiyatroları’ndan kapmıştım.
Son dönemde olanları saymazsak gayet seviyeli bir ilişkimiz vardı. Üstelik
Ankara’da yaşıyorsanız Devlet Tiyatroları’na gidersiniz. Çünkü Ankaralı olmak
bunu gerektirir. Devlet Tiyatroları madden ve manen hala yerli yerinde
duruyorken gitmek lazım. Ayrıca bu durum benim için bir çeşit sahip çıkma
eylemidir. Çünkü “Şimdi seyirci kalırsam bir daha seyredemem.” (Ulusa
seslenişim burada bitti.)

Geçtiğimiz günlerde Ankara’da gerçekleştirilen ve
temsilleri önümüzdeki günlerde Adana Devlet Tiyatrosu’nda devam edecek olan 2014
Direklerarası Tiyatro Ödülleri’nde En iyi Tek Kişilik Oyun Ödülüne layık
görülen Bir İnsan, Bir Ağaç, Bir Köpek
oyunundan bahsetmek istiyorum.
Eser, Bulgar yazar Yordan Radiçkov’a ait. Yönetmeni
ise Umut Toprak ve 2014 yılında Türkiye’de ilk kez sahnelendi. Oyundan
önce, ya konuyu anlamazsam, oyunun içine giremezsem ne yaparım, diye düşündüm ve
kendime beş-on dakikalık bir süre tanıdım ama Lazar bu sürenin dolmasına fırsat
vermeden beni, resmen kolumdan tuttuğu gibi hikâyesinin içine çekti.
İsmi de geçtiğine göre Lazar’dan bahsetme zamanı
gelmiş demektir. Aslında “Lazar” mitolojik bir isimdir ve “Tanrı’nın koruduğu”
anlamını taşır. Eserde Lazar insana tekabül ediyor. Normal şartlar altında, insan dışındaki tüm varlıklar insana hizmet eder. Ama bu hikâye biraz farklı.
Bir ağaçta mahsur kalan Lazar.
Lazar bir ağacın tepesinde, kuduz olduğunu düşündüğü köpeği
Karabaş’tan kurtulmak isterken, onu tamamen özgür bırakır. Karabaş, serbest
kalınca Lazar da korkusunda ağaçtan inemez. Böylelikle
insan, doğa ve diğer canlıların birbirleriyle olan iktidar savaşlarını yakından
izlemeye başlarız. İnsanı; egosuyla, yaşama hırsıyla, köpeği; özgür kalmak
istemesi ve sahibine karşı direnmesiyle, ağacı ise sadece kendi düzenini sürdürme
amacıyla hayatta kalmaya çalışan bir canlı olarak izliyorsunuz. Bakıldığında
hepsinin derdi kendine ve tek amaçları yaşamak. Tıpkı insanlığın savaşında
olduğu gibi. İktidar hırsı, güç savaşı, inatlaşma, bazen de korku… Eserin
içerisinde ”Tanrı’nın koruduğu” ve “insana hizmet etme” özellikleri zamanla yer
değiştirir. Ve kaçınılmaz son!
Günümüz şartlarında oyuna tekrar bir göz attığımızda
aslında durumun ne kadar trajikomik olduğunu görebiliriz. İnsan ırkı olarak binlerce
yıldır dünyaya hükmettiğimizi zannederken aslında doğa ve dengesinin bizi nasıl
parmağında oynattığını söyleyebiliriz. Ama bundan kaçış yok, ne yazık ki. Egolarımız,
iktidar savaşlarımız rüyalarımızı bile ele geçiriyorken görüyoruz ki aslında hepimiz
Lazar’ız.
Temsili, Ankara Ulus’taki tarihi Küçük Tiyatro’da
izledim ve yaklaşık 1 saat sürdü. Müzik ve ışıklar, gerçekten Lazar’ın içinde
bulunduğu fiziki ve ruhsal durumu anlatmada oldukça başarılıydı. Sadece oyunun
başında verilen sisi biraz fazla buldum, o kadar.
Hükmedene direnmek,döngüyü sürdürmek.
Devrim Evin’e gelecek olursak. Kendisini rol aldığı
herhangi bir televizyon projesinde izlemedim. Ama, hem Fetih 1453’te hem de Yunus
Emre; Aşkın Sesi filminde oldukça başarılıydı. Sahnede çok iyi bir
performans izleyeceğimi biliyordum, yanılmadım. Eğer kötü olsaydı yanılırdım. Üstüne
üstlük özgeçmişine göz attığımda göğsüm kabardı. Popüleritesi bir kenara bırakarak, kendini durmadan geliştiren
insanları pamuklara sarmalıyız.(Merak edenler buradan bakabilir.)
Eserin temsilleri Adana Devlet Tiyatrosu'nda devam ediyor. Yolunuz Adana’ya düşer ya da bir turne yakalarsanız, bir
saatinizi ayırıp izleyin derim.
Devlet Tiyatroları’na da gidin. Gidin ki sahip çıkın.