DUNKIRK
Sinemanın dahi çocuklarından Christopher Nolan’ın son
şaheseri olarak da nitelendirebileceğimiz Dunkirk,
II. Dünya Savaşı’nın en önemli ancak en az bahsedilen cephesi, daha doğrusu vakası
olan Dunkirk mucizesini konu alıyor. Olayın ve yarattığı etkinin tüm bireysel
hikayelerin, küçük detayların, epikleştirilerek anlatılan mucizevi görünümlü
dokunuşların önüne geçtiği film bizlere bir olayı tüm çıplaklığıyla anlatma
niteliğini taşıyor.
Perdede oyunculuk, senaryo, hikaye girmek isteyen izleyiciyi
hayal kırıklığına uğratma ihtimali kuvvetle muhtemel Dunkirk’ün kimsenin itiraz edemeyeceği yönü ise ses kurgusu ve her
bir görsel detayı. Farklı açılarla izleyiciye sunduğu bu mucizevi olayı üç
farklı zamansal süreci olan ve sonunda aynı noktada buluşan üç farklı hikaye üzerinden anlatan
Nolan, farklı farklı tekrarlarla insanın başını döndürmeyi başardığı gibi
anlamamış oldukları bazı gerçekleri fark etmelerini de sağlıyor. Sıradan bir
film olmayan Dunkirk’ü izlerken sıra
dışı düşünmek gerektiğinin söylemekte fayda var.
Dunkirk filmine
dair detaylı bir incelemeye
buradan
ulaşabilirsiniz.
ROCK’N ROLL

Daha ziyade sinemayı yakından takip edenlerin tanıdığı
oyuncu/yönetmen Guillaume Canet’nin yazıp yönettiği Rock’n Roll, ünlü oyuncunun hayatına konu alan, otobiyografik yapıdan
absürtizme kayan bir trajikomedi esasen. Canet’in kendini canlandırdığı hikaye,
bir zamanların yakışıklı ünlülerinden olan Canet’nin, artık eski günlerdeki
kadar dikkate alınmadığının, istenmediğinin, arzulanmadığının ve her şeyden öte
‘sinemanın mülayim çocuğu’ olarak görüldüğünün farkına varmasını anlatıyor.
Orta yaş krizine giren Canet, bir yandan hayata yeniden tutunmaya çalışırken
bir yandan da partneri Marion Cotillard ile olan ilişkisini yeniden gözden
geçiriyor.
Bir yanıyla bir orta yaş krizi olan, bir yanıyla bizi şöhretler
dünyasına götüren, biraz çok kazanan kadın – az kazanan erkek ikilemine
dokunan, birazcık da aynı sektörde olan çiftlerin yaşadığı sıkıntılara değinen
film ilk bir saatlik kısmında üst üste binen bütün etkenlerin çökerttiği bir
adamı gösterirken, geri kalan kısımda ise estetik ‘mucizesi’ ile birlikte
insanın kendini nasıl yeniden yaratabildiğini sert eleştiriler eşliğinde
anlatıyor. Kahkahalara bulan, hem
ağlatıp hem düşündüren enfes bir yapım. Haftanın en eğlenceli filmi.
Rock’n Roll filmine
dair detaylı bir incelemeye
buradan
ulaşabilirsiniz.
ZOMBİ EKSPRESİ (TRAIN
TO BUSAN)

Güney Kore yapımı bir zombi filmi olan Zombi Ekspresi, esasen bir kıyamet günü filmi. Nükleer santralde/
radyoaktif deneylerin yapıldığı bir tesiste yaşanan sızıntının ardından bir
salgının kol gezmeye başlamasını konu alan filmin büyük bir kısmı ise adından
da anlaşıldığı üzere bir trende geçiyor. Önce trendeki virüslülerden kurtuluyor
hayatta kalanlar, ardından da kendilerine güvenli bir yer bulmaya koyuluyorlar.
Sonunda da olağanüstü hal ilan edilen ülkede, hayatta kalmak üzere uzun soluklu
bir maceraya atılıyorlar.
Uzakdoğu sineması takipçilerinin alışık olduğu tempoda geçen
ve bolca aksiyon içeren Zombi Ekspresi özünde
tek mekanda geçen bir odadan çıkma serüveni aslında. Ancak bu mekanın hareketli
olması ve koridor misali uzayıp giden bir yapıya sahip olması, mekanda verilen
mücadeleyi ilginç kıldığı gibi işin içine istasyonların girmesiyle film ilginç
hadise ve durumların da önünü açıyor. Oyunculukların aksiyonun gölgesinde
kaldığı film korkucu tarafından ziyade gerilimiyle dikkat çekiyor. Korku sevmeyenlerin
de izleyebileceği keyifli bir film. Son yılların en iyi zombi filmi olduğunu da
belirtmek gerekli.
DÜNYA'DA BİR GECE
(NIGHT ON EARTH)

Son olarak Sadece
Aşıklar Hayatta Kalır (Only Lovers Left Alive) ve Paterson filmleriyle karşımıza çıkan Jim Jarmusch’un Türkiye’de
vizyona girmeyen 1991 yapımı filmi Dünya’da
Bir Gece dünyanın farklı yerlerinde aynı gece yaşanan beş farklı hikayeyi
anlatıyor. Hepsi de takside geçen hikayelerden her biri de bulunduğu bölgeye
özgü küçük detaylar ve taksilere özgü benzerliklerle dikkat çekiyor.
Sinemanın merkezi, şöhret hayaliyle yanıp tutuşanların
mabedi Los Angeles’ta geçen ilk hikayede özellikle Winona Ryder’ın muhteşem oyunculuğuyla
hayaller dünyasına farklı bir açıdan yaklaşıyor, New York sokaklarında geçen
hikayede renk ve dilin aslında hiçbir anlamı olmadığı gerçeğini eğlenceli bir
macera ile yaşıyor, Paris’te ise ikinci sınıf vatandaşlar arasındaki ‘ben daha
iyiyim’ psikolojisine Béatrice Dalle’nin etkileyici oyunculuğuyla dahil
oluyoruz. İtalya’nın başkenti Roma’daki serüvende İtalyan oyuncu Roberto Benigni’nin kollarına emanet edip
kendimizi kahkahalara boğuluyor, Helsinki sokaklarında geçen sonuncu hikayede
ise Akira Kurosawa’nın Rahmômon’unu yeniden yaşıyoruz. İki saatin su gibi
geçtiği filmi perdede görüyor olmanın verdiği keyif ise çok ayrı.
HAFTANIN DİĞER
FİLMLERİ:
Bu hafta vizyona giren diğer yapımlar arasında bir evde
geçen korku türündeki Ruhlar Evi (Ghost
House), Dakota Fanning’in başrolde olduğu uzun 148 dakikalık polisiye
Western Brimstone, Belçika’ya plak
çıkarmaya giden ikilinin hikayesini anlatan yerli komedi Kiki ile Miki Alatura ve yine yerli korku gerilim türlerinde olan
iki yerli yapım Saklambaç: Ölüm Oyunu ve
Bezm-i Ezel yer alıyor. Çocuklar için
ise yeniden vizyona giren Maşa ile Koca
Ayı alternatifi öne çıkıyor.