Dunkirk: Savaşın tüm soğukluğunu iliklerinizde hissedeceksiniz

Dunkirk: Savaşın tüm soğukluğunu iliklerinizde hissedeceksiniz
Çanakkale geçilseydi ne olurdu? Ya da Napolyon Rusya’ya yürümese,  Christopher Columbus Yeni Dünya’yı keşfetmese, Türkler Asya’yı terk etmese ne olurdu? “Eğer”lerle dolu tarihinin, küçük detayların gidişatı değiştirdiği II. Dünya Savaşı’nın en önemli anlarından biri de kuşkusuz Dunkirk sahilindeki o mucizevi kurtuluş mücadelesiydi, savaşın gidişatını tümüyle değiştiren önemli detaylardan biri.

Hitler önderliğindeki Nazi Almanya’sının Avrupa’yı kasıp kavurduğu dönemde, İngiltere’yi dize getireceği o son darbeyi vurmaya hazırlandığı süreç zarfında gerçekleşen Dunkirk mucizesi, II. Dünya Savaşı’nın da kaderini değiştirdi.Ümidi kestikleri 300,000 kadar askeri kurtararak savaşa geri dönmeyi başaran Müttefik Devletleri böylelikle Amerika’nın yardımı gelene kadar Almanları oyalamış ve günün sonunda kazananda yer almıştı. Peki tarih kitaplarının pek bahsetmediği, insanların üzerinde durmadığı Dunkirk sahilinde ne yaşanmıştı?



Memento (2000),The Prestige (2006), Inception (2010), Interstellar (2014) ve Christian Bale’ın başrolde olduğu The Batman (2005, 2008 ve 2012) üçlemesinin yönetmeni Christopher Nolan, yeni filmi Dunkirk’te II. Dünya Savaşı’nın kaderini değiştiren bu mucizeyi mercek altına alıyor. Kendine özgü tarzıyla perdeye aktardığı Dunkirk mucizesini hikayelerle karmak ve bizlere bir kahramanlık hikayesi anlatmaktansa kimsenin kahraman olmadığı travmatik bir olayın nasıl savaşın kaderini değiştiren bir mucizeye dönüştüğünü göstermekle yetiniyor.

Kendi zamansal düzleminde eş zamanlı ilerleyen, bu yönüyle de Inception’ı hatırlatan Dunkirk’te bir yanda sahilde geçen korkutucu sıradanlıktaki hikayelerden birine, bir yanda günün kahramanı sivillerin nefes kesmeyen normallikteki yolculuğu, diğer yanda ise pilotların heyecan ve gerilim dolu olması beklenen ancak bu duyguların oldukça uzağında yaşanan o kısa yolculuğu anlatıyor. Nolan’ın kesip kesip birleştirdiği, günün sonunda aynı noktada buluşan ancak o ana dek birbirinden bağımsız ilerleyen üç hikayenin ortak tek ortak noktası ise hiçbir karakter olmaması şüphesiz.



Alışılmışın aksine Dunkirk’ün başrolünde gerçekten de filme adını adını veren Dunkirk Sahili’ni izliyoruz. Pek sık konuşmayan karakterler karşımıza kendi hikayelerini anlatmaksızın, yalnızca Dunkirk mucizesinin bir parçası olarak çıkıyorlar. Yönetmen Christopher Nolan da zaten 26 Mayıs – 4 Haziran 1940 tarihleri arasında yaşanan hadiseyi beyazperdeye tüm absürtlüğüyle taşımayı tercih ediyor. Bireysel hikâyelerle, küçük olaylarla, yaşanan mucizevî kurtuluş hadisesini destansılaştırmaktan uzak durduğu gibi mucizeyi gerçekleştirenin bu küçük olaylar olduğu algısının yaratılmasına da engel oluyor. Böylelikle Dunkirk’u objektif bir perspektiften yansıtmayı da başarıyor.

Görsel anlamda her zamanki gibi bir şölen sunan ve vaat ettiğinin de üzerinde bir performans sergileyerek insanı şaşırtan Christopher Nolan, özellikle de hikayelerin bir araya gelmeye başladığı son 40 dakikalık bölümde aynı olayı farklı perspektiflerden yansıtarak da hem gerçeklik hissini pekiştirmiş oluyor hem de esasen, tekrarlarla biraz da bu gerçeklik hissini yumuşatıyor.



Dunkirk filmine getirilen olumlu eleştirilerin genelinde merkezinde Nolan’ın karakterleri değil, hikayenin kendisini merkeze oturtması yatıyor. Ses kurgusu, görüntü yönetimi gibi teknik detaylarla her zamanki standardını tutturmayı başaran Nolan, esas farkını ise hikayeyi dramatize etmemek ve tüm çıplaklığıyla, objektif bir şekilde yansımasıyla yaratıyor. Ancak bu tutum, kendisinden bir hikaye bekleyen, kaleminin gücünü görmek isteyen, filmi oyunculukları üzerinden değerlendirmeyi arzulayanların sempatisini pek de kazanmıyor maalesef. Kısacası Dunkirk herkese hitap etmiyor. Salondan çıktığında filmin senaryo yönünden eksik olmasından yakınan ancak üzerine düşündüğünde ise “Yahu iyi bir sinema takipçisi olan bu adam bu denli de vurdumduymaz olamaz” diyip ne yapmak istediği konusunda daha çok kafa yormuş biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim bunu. Öyle muhteşem bir film beklentilerine girmeyin, önünüze sunulan manzaranın acı bir gerçek olduğunu kabul edip bu acı manzarayı hissetmeye çalışın.

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER