Tayanç Ayaydın…
Hüseyin’le tanıştığımda ne çok sevmiştim. Hikayesini
dinledim, yarım kalmışlıklarına dokundum; sonra ise bir şeyler oldu ve günden
güne uzaklaştım Hüseyin’den. Ama yine de kopamadım tamamen. Tayanç Ayaydın, tam
bir Hüseyin’di; sevdiğim Hüseyin’i de, kızdığım Hüseyin’i de ince ince anlattı.
Ecem Özkaya Üstündağ…
Kardeşinin bebeğine annelik eden Melek… Ona hep öfke ve
hüzünle karışık bir halde baktım; çoğu zamansa öfkem ağır bastı. Cezasını
çeksin istedim, sonrasında da kendi yoluna bakıp mutlu olsun. Karnındayken
kopup giden bebeği ona yeterli bir ceza oldu mu tartışılır ama kendi yoluna
baktı Melek. Mutlu mudur acaba? Kim bilir?
Ecem Özkaya Üstündağ, hakkıyla taşıdı Melek’i; daha dişli
bir Melek görmeyi isterdim ama Melek de güzel gitti.
Seray Gözler…
En sevmediğim insan tiplerinden biriydi Süheyla Hanım. Tipik
bir erkek annesi, gelenekselliğin son temsilcisi, defalarca aldatılmaya boyun
eğmiş, kendi ayaklarının üzerinde duramayan bir kadın. Anne olamadı Hülya’ya…
Anne olabilseydi eğer annesinin ölümünün ardından hıçkıra hıçkıra ağlayan Küçük
Hülya tekrar tekrar gözlerimin önüne gelmezdi belki.
Seray Gözler ise zarafetiyle büyüledi her bölümde. İkinci
Bahar’ı ise dün gibi aklımda…
Pelin Öztekin…
Hayat Şarkısı’nın ilk bölümleri, Pelin Öztekin’le yıldızım
bir türlü barışmamış. Zeynep zaten kötü bir karakter, oyuncuya da ısınamıyorum
bir türlü. Olmuyor işte. Sonra Pelin Öztekin bir azmetti, tüm yargılarım yerle
bir. Sadece Zeynep değişmedi, Öztekin de değişti. Dizinin ilk bölümünden son
bölümüne performansını en çok geliştiren kim derseniz kuşkusuz Pelin Öztekin’dir
derim. Emeklerine sağlık ve elbette azmine, mesleğine saygısına…