Ayşegül… Bana farkında olmadan verdiğin her şey için minnettarım. Sevgilinin kollarında ölmek ölümün bile en güzelidir belki. Ölümün bile en güzeli vardır yani. Kardeşine ve annene, hatta ölmüş kızına kavuşacağına gerçekten inandıysan, hayatın bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmiyorsa, korkmaya başladıysan ve sevgilin gelip seni kollarına alsın diye bekliyorsan, artık yokluğunla yüzleşmesi gereken insanlar bırakıyorsun arkanda. Ölüm gibi empati kurulması zor bir konuda, kendimi yine ve yine ne hissettiğini anlarken buldum ya Ayşegül, alacağın olsun diyeceğim ama nerden bulayım bu saatten sonra seni?
“…Bu ülkede çok emek verilmiş olağanüstü anti-kahramanlar yaratılıyor, hayatlarımıza girip günlerimize dokunuyorlar. Ah, iyi şeyler hâlâ oluyor. Dünyanın en güzel Ayşegül’ü, küçük puntolu bir metinde değil, Kalamış’ta yaşıyor.”
Ortalama bir Poyraz Karayel, sevgilisini kollarında kaybettikten hemen sonra, son akıl kırıntısının da kaybolup gitmesine fırsat vermeden, kendini –Hayır, gecekondu değil, üç katlı ahşap bir ev –Yeldeğirmeni’ndeki bolca anıyla bezeli evinin balkon demirlerinden atmak suretiyle intihar eder ve delirmekle filan uğraşmazdı. Ay ama üç sezon boyunca o kadar delilik güzellediniz ki siz, adam mecbur kaldı akıl hastanesine kapanmaya. Buradan hareketle yine belirtmek durumundayım ki, Ayşegül Poyraz’dan çok daha güçlü bir karakter. Ayşegül olmadan Poyraz bir hiç –Ayşegül biz seninle bir çift değiliz. Biz seninle tekiz tek. – yaşamıyor ama ölmeyi de beceremiyor. –Fakat delirmeyi güzel becerdik, sence de öyle değil mi Albayım?–
Uzun zaman sonra duyduğumuz Sarabende, akıl hastanesinde çekilen son sahnede Poyraz ve Ayşegül’ün 1. bölümdeki taksi sahnelerindeki kıyafetlerini giymeleri (Gerçekten kimin aklına geldiyse çok çok ince bir fikir.), “Her bitiş bir başlangıç değildir, her bitiş bir bitiştir.” ve “Tarih yalnızca mutsuzları yazar.” yinelemeleri, tabii bu esnada daktiloyla Kubrick’in Shining’ine yapılan gönderme ve en önemlisi final sekansında, artık ilk sezona göre oldukça büyümüş olan Sinan ve delirmeye giden yolun sonuna ulaşmış çoraplı ve terlikli Poyraz’la, karartılı jenerik resmini (Bunun özel bir adı var mı yahu?) tekrarlamaları…
Bahri de dilerim ki kızına, karısına ve oğluna kavuşmuştur.

Poyraz Ev, son defa.
En uzun yazımı yazacağımı tahmin etmiştim ama bu beklediğimden de uzun oluyor. Yukarıda yarım kalmış hikâyelerin beni en çok üzenler olduğunu söylemiştim. Burada birkaç küçük kelam etmem icap ediyor. 3. sezonda en fazla eleştirdiğim noktalardan birisi Sema’nın adının hiç geçmeyişi oldu. Meltem ve Zülfikar çiftinin çocuklarına Sema’nın ismini vererek beni biraz yumuşattınız, tamam ^^. Yine de Sema’nın ölümünü karakterlerin öğrenişine şahit olamayışımız hâlâ içimde bir yara. Ayşegül’ün son anlarında Sema’dan da bahsetmesini çok isterdim örneğin. En yakın arkadaşıydı yahu, hayatta olsaydı Sayguner’lerle olan bütün problemlerini bir anda çözüverirdi Ayşegül’ün. Ne boşanma mevzusu uzardı bu kadar, ne Poyraz’la barışması…
Emel Çölgeçen’i, diziyle ilişkisi bittiği halde Poyraz Karayel’e en fazla değer veren oyuncu olarak nitelendirmek hiç yanlış olmaz bana kalırsa. Ethem Özışık’ın 11 Şubat’ta yazdığı “Bitiyoruz albayım.” tweet’ine cevap olarak “Ağladım ben valla.” yazışı gören gözler için pek çok şey anlatıyor zira. Kendisiyle konuşma fırsatı yakaladığımız bir gün, bu dizinin onda nasıl ayrı bir yeri olduğunu hissettirmişti. Sema’nın ölümü onu da üzmüş, “İzleyemiyorum ama Ethem’in çok iyi işler çıkardığına eminim.” demişti. Bizde olduğu kadar devam eden/etmeyen tüm ekipte de anısı var bu özel işin ve görünen o ki zamanla azalacak cinsten de değil.

İşte bu mutluluk Sefer’in ölümünden önceki halay sahnesine benziyor.
Necip Abi’nin ilk zamanlardaki yerini, en son 28. bölümde Ayşegül ve Sema’nın karşılıklı rakı içişlerini gördüğümüz mekândakini yani, Kalamış’taki Beyaz Ev’i ve tabii ki Poyraz Karayel’in duvar yazılarıyla aklımızda yer etmiş evini çok özleyeceğim. Hayatta göze çarpan birçok detayın bize Poyraz Karayel’i hüzün ve özlemle hatırlatacağı yeni bir döneme giriyoruz. O sokaktan her geçişimde, Poyraz Ev önünde adımlarımı yavaşlatacak, 82 bölümlük mazinin her anısı gözlerimin önünden geçerken, başımı parmaklıklı balkona kaldırıp keder ve keyifle gülümseyeceğim.
Sayın ekip, her birinize ayrı ayrı ne kadar teşekkür etsem az. Bu aileyi siz kurdunuz, biz yaşattık ve her zaman arkamızda oldunuz. Şimdi, Poyraz Karayel’in uçup gitmesine, özgür kalmasına izin verme zamanı. Bitmiş hikâyelere bağımlı yaşamak ağır ruh hastalığı çünkü ^^. Fakat ilk bölümden bu yana ortaya koyduğunuz her detay için hepinize minnettarım ve bu işin hiçbir ânını unutmamaya da söz veriyorum. Siz de unutmayın çünkü biz sizi çok sevdik.
Sayın Ethem Özışık; 82 bölüm boyunca bizi her hafta maruz bıraktığınız en az dört twist, altı foreshadowing, iki üstümüzden kamyon geçirme, üç göğse saplanan ve bir türlü çıkmak bilmeyen ağrı ve en az bir ‘bölüm sonunda televizyona manasız bakış’ için teşekkür ederim. Tabii ki senaryo ekibi, Sayın Uygar Şirin, Melih Özyılmaz, Deniz Gürlek ve Melek Seven; yarattığınız karakterler, hepsini ayrı ayrı derinleştirişiniz, etrafımızdan birileri haline getirişiniz ve bölüm çıksın diye sabahlara bağladığınız geceler için, çok teşekkürler.

Yine mutlu olamadık…
Poyraz’ı oynamaktan çok Poyraz olan İlker Kaleli, beni yıllar sonra yeniden Oğuz Atay okumaya teşvik eden dünyanın en güzel Ayşegül’ü Burçin Terzioğlu, kendisini canlı izlemenin tadına birden çok kez vardığım, İstanbul’un yufka yürekli mafya babası Bahr-i Umman’a can veren Musa Uzunlar, anarşik tavrıyla gönlümü daha ilk bölümden fetheden Zülfikar’a can veren Celil Nalçakan, bana karakterler nasıl derinleştirilir dersi veren Sefer ve Sema çifti Kanbolat Görkem Arslan ve Emel Çölgeçen, başarının saygıyla birlikte geldiğini minicik yüreğiyle hepimize gösteren dünyanın en güzel Sinan’ı Ata Berk Mutlu, veda yemeğinde olduğunu görüp çok mutlu olduğum Şebnem Hassanisoughi, Ali İl, Ece Özdikici, Cem Cücenoğlu, İdil Fırat, Funda Eryiğit, Ayda Aksel, Gülçin Hatıhan, İsmail Düvenci, Murat Daltaban, Emirhan Akbaba ve dizide kamera önünde/arkasında bir şekilde emeği geçmiş isimlerini saymamın mümkün olmadığı tüm çalışanlara binlerce kez teşekkürler. Olmasaydınız, eksik kalırdık.
Ara sıra birbirimizi özleyip, geçmişten kalma bir anıda, bir Bahri Umman aforizmasında mesela, bir Poyraz Karayel tiradında, bir Ayşegül Çilingir gülüşünde yahut o meşhur Zülfikar Ülgen muhalefetlerinden birinde karşılaşıp hasret gidereceğiz. İzlemekten de yazmaktan da bir an olsun sıkılmadığım bir diziye veda ediyorum şimdi. Bu başlık bu zamana kadar pek çok güzel yazı, derleme ve yorum gördü. Yazan, okuyan, yorum yapan herkesin ellerine sağlık.
Tutunamayanlar’ı 17, Tehlikeli Oyunlar’ı 25 kere okuduğumuz, yokluğunda hasretinden ‘branda’lar eskittiğimiz günlerimiz olsun Poyrazcım Karayel. Bize yaşattığın, öğrettiğin her şey için sonsuz teşekkürler. İyi senaryolar, derin hikâyeler ve katmanlı karakterler iyi ki varlar. İyi şeyler yapmak için umut oluyorlar. Bizi fani hayatlarımızdan koparıp sanal dertlerinize kafa yormak zorunda bıraktığınız için de teşekkürler. Sizinle hüzünlenmek de güzeldi.
Hoşça kal Poyraz, hoşça kal Ayşegül, hoşça kal Bahri Baba ve diğerleri…
İyi ki vardınız. İyi ki varsınız.