Sevgili
Poyraz Karayel’ci;
İşbu
satırlar, 1 Mart’ı 2 Mart’a bağlayan kutsal bir çarşamba gecesi, siz Poyraz Karayel’in final bölümünü izlemiş
ve –aldığım küçük duyumlara göre– senaryo ekibine bolca sövmeyi henüz
bitirememişken yazılmıştır. Ben bahsi geçen bölümü henüz izlemedim. Bunun
birinci nedeni, dizinin final bölümüne yazacağım yorumda, dizi hakkındaki genel
düşüncelerimin bölüm hikâyesi tarafından bastırılmasını istemememdi. Daha açık
olmak gerekirse, Poyraz Karayel’e çok
daha etraflı bir pencereden bakmak, yazımı da bu pencere etrafında
şekillendirmek istiyordum. Finali izledikten sonra bu pek mümkün olmayacaktı.
Final öncesinde de yazıya başlamak için yeterli vakit bulamadım.
İkinci
neden daha kişisel. Poyraz’ı izlemeye
başlayışım, dizinin ilk sezon finalinden birkaç hafta sonrasına denk geliyor.
Ağustos ayında, Kanal D’nin gündüz kuşağında tesadüfen karşıma çıkan Poyraz Karayel’in beni içine çekmesi ve
birinci bölümünü internetten izletmesi uzun sürmemişti. Dürüst olmak gerekirse,
her şeyin çok başında olduğumuz o günlerde, ben 24 bölümü bir hafta gibi kısa
bir sürede bitirirken (Aslında sekiz gün ^^) yeni sezonu heyecanla beklemekle o
kadar meşguldüm ki, dizinin sonunu düşünmek aklımın ucundan dahi geçmiyordu.
Bu
hikâyeyi burada kaç kez anlattım bilmiyorum ama konu final olduğu için her
şeyden tekrar tekrar bahsetmek istiyorum, o nedenle affınıza sığınıyorum. Hayatımın
garip bir evresinde, büyüme sancılarıyla geçen sıcak bir Akdeniz yazının
sonunda karşıma çıkan Poyraz, o günden beri hep yanımda. İnanması zor fakat
yeri kolay doldurulmaz şekilde hem de. İçindeki emek ve özveriyle beni güzel
işler yapmaya teşvik eden, hatta bir dönem için gerçekten bir parçam haline
gelen bu güzel diziyi, başladığım gibi, arkadan gelerek bitirmek istedim. Bu
defa spoiler yememek için büyük savaşlar vererek (Yemeden izledim vallahi ^^),
hepinizden daha sonra izliyorum 82. bölümü.
En
çok neyi özleyeceksin diye sorsanız somut bir yanıt vermekte zorlanırım sanırım.
Ama çok tanıdık bir his var. Zaman geçtikçe üstü tozlanıyormuş gibi gelse de tek
bir cümleyle yeniden filizlenebiliyor. 2015 Ağustos’unda, bölüm aralarında ev
boyadığımız yahut boya aralarında Poyraz
Karayel izlediğimiz anların gerçekten bir hissi vardı ve kolay kolay yok
olmayacak.
Acılara, dertlere bir son vermeye giderken.
Şöyle bir yazı var, 24. bölümü izlediğim akşam karalamışım:“Saat 12’yi geçti. Zor ve
yoğun hisli bir gün, yerini zor ve yoğun hisli başka bir güne bıraktı. Pek
şikâyetçi değilim. Yürek dağlayan duygular, boğaz düğümleyen cümleler olmasa
nefes almamızın da pek anlamı kalmazdı. …”
Sanırım
en çok yarım kalmış hikâyelere üzülüyorum ben Karayel’ci. Görmek isteyip de
göremediğimiz çok şey varken görmek istemeyip de görmek durumunda
bırakıldığımız daha çok şey var. Bölüm sonuna kadar kimsenin ölümüne şahit
olmazsak, bunca zaman bizden habersizce ölü olan Poyraz demektir, diye
düşünüyordum. Bahri’nin o alevlerden sağ kurtulması açıkçası beklediğim bir şey
değildi. Her şey arka arkaya o kadar güzel gitti ki, sonlara yaklaştıkça en
mutlu sahnelerdeki gerginliğim de, aniden gelecek bir ters köşeyi bekleyişimle
birlikte arttı.
Kabul
edelim. Mutsuz sonla biten bir Poyraz
Karayel izleyeceğimizi hepimiz bal gibi biliyorduk. Bir kere dizinin çıkış
noktası Oğuz Atay’dı. Poyraz’ın sahte kimliği Hikmet Benol’du yahu, ya
delirecek, ya ölecekti, başka çaresi mi vardı? Ethem Özışık’ın mutlu sonları
hiç sevmediğini dinledik durduk bunca zaman. Poyraz’ın ağzından kaç defa “Ben
böyle öleceğim işte, delirerek…” cümlesini duyduk. En tutunamaz anlarında
yanında biten Cevher Albay’a sığınışını gördük. Ayşegül’e evlenme teklifini
Hikmet Özben gibi balkon demirlerinden atlayarak yapmadan hemen önce, “Tarih
yalnızca mutsuzları yazar!” diye haykırışına şahit olduk. Daha ikinci sezonun
başında, Meltem için “Benden önce delirmiş, çok kıskandım.” dediğini duyduk. Poyraz’ın
delirmeye giden yoldaki bütün tökezleyişlerini, doğrulur gibi olup
sendeleyişlerini, tutunacak bir dal bulup kaybedişlerini, Sinan ve sonrasında
tesadüfen hayatına giren Ayşegül’le mutlu yaşayabileceğine inanacak gibi olup
son anda hep kaybedişlerini izliyoruz 82 bölümdür. Biz Poyraz’la mutsuzluğu
tecrübe ediyoruz. Poyraz’ın hikâyesinde elbette mutlu son yoktu.
“…Güzelim bir diyalog okumak/ izlemek, onu
içselleştirmek ve türlü anlamlara yorup üzerinde saatlerce düşünmek muazzam bir
tatmin. Kelimeler özenle yan yana getirilince birçok anlama
gelebiliyorlar yani Albayım, yanılıyorsunuz.…”
Mutluluk beni tedirgin ederken.
70. bölümde bizzat Poyraz tarafından aldığımız spoiler’a dayanarak, anlatılan
mutsuz sonlu filmin akıl hastasının Ayşegül olduğuna inanıyordum ben. Bu zamana
kadar her şeyin çok yolunda gitmesi de şüphelerime şüphe katıyordu. Bu yüzden,
karakterlerimiz arka arkaya bütün kötülerden kurtulmakla meşgulken, ben her
sahneyi diken üstünde izledim. Ayşegül’ün delirişine dair bir işaret göreceğim diye
korkarak ve bu ânı çaresizce geciktirmeye çalışarak… Şahsen yanan araba
sahnesinden sonra Nevra’nın cesedini görmeyişimiz üzerinde hiç düşünmemiştim.
Hatta eminim ki Nevra konusunda hiçbirimiz düşünmemiştik, oradan kurtuluşuna
ihtimal vermek saflık olurdu çünkü. Nevra’yı aynada gördüğüm ilk anda
beklediğim işaretin geldiğini zannetmem de işte bundan kaynaklanıyor. Ama
Ayşegül, canım Ayşegül bize olanları, olacakları o kadar çabuk anlattı ki,
delirenin kendisi olduğunu düşünmekle hata ettiğimi hemen anladım. Canım Ethem
Özışık, sonunda bize bunu da yaptınız.
Mutsuz
sona zaten hazırdık, kabul edemesek de hazırdık. Birinci bölümden beri, hep
hazırdık. Şimdi düşünüyorum da, Ayşegül’ün ölümü bütün bir senaryo ekseninde bakıldığında
ne kadar can yakıcı olursa olsun, Poyraz’ın 15 Haziran 2016 akşamı gerçekten
ölmüş olma ihtimalinden bir nebze daha az dokunuyor yüreğe. Üstümden aylar
sonra yeniden kamyon geçiren final bölümü için hazırladığım laflara devam
edeceğim. Fakat üçüncü sezon bize bu haliyle, Poyraz’ın yaşadığına tanık olan
bir Ayşegül ve birkaç aylık mutlu bir ilişki izleme fırsatı verdi. Gerçek olan
bir hikâye. Onların da gerçekten yaşadığı bir hikâye. 3. sezonun tümden Ayşegül’ün
hayali olmayışına, tümden çöpe atılmayışına sevindim. Poyraz Karayel bizlere, ölümü gördükten sonra sıtmaya razı olmayı
öğretmiştir (Buraya acılı gülümseme gelecek.).
“…Yine de bazı duygular var
ki benim zihnimde iyi cümlelere oturamıyorlar, sözcüklerle ifade edilemiyorlar.
Hatta öyle ki, duyguların kifayetsizliğini anlatabilecek kadar bile Türkçe
bilmiyormuşum gibi hissediyorum bazen.…”