Dünyanın en güzel Ayşegül'ü, küçük puntolu bir metinde değil, Kalamış'ta yaşıyor

Ceset gömmeç. <3
Bölümden bize kalan güzelliklerden birisi, en başından beri ne tam olarak iyi ne tam olarak kötü olmayı becerebilmiş, her şeye burnunu sokan gelin rolünde vazgeçilmez bir karakter olan Songül’ün, karşımıza psikopat katil olarak çıkmasının ardından bize içindeki eksikliği gösteren, tüm davranışlarını içimizde meşrulaştırabildiğimiz Sadrettin’le ilişkilerinin bambaşka bir boyuta evrilmesiydi. Fatih’ten kurtulduğumuza sevindiğim kadar, çiftimizin bir aktivite olarak ceset gömerken geçmişten bahsetmelerine de sevindim. İlk sezondan kalma doktor hatırası, Songül’ün gömmeyi beceremeyip denize attığı Selçuk ayrıntısı, bunlar hep dünü hatırlatıp burun sızlatan detaylar. Sadrettin’in o koltuğa oturmak için Poyraz’ı alt etmeye çalıştığı zamanlardan, Bahri Baba’nın ölümünü akıl hastanesinde hiçbir şeyden haberi olmayarak karşılayan Poyraz zamanlarına gelmişiz. Umarım siz hep mutlu olursunuz, ne diyeyim…

Meltem’in hafızasının dudaklarında stoklanması ne absürt bir durumdur ayrıca, gerçekten gülümsetti beni. Zülfikar’la evlenmelerine, onlar altız çocuk ebeveynleri olmasınlar diye de daha fazla ölü vermeyişimize sevindim. Abisinin delirişini saymazsak, Meltem başganım, Eda ve Songül’den sonra diziyi en büyük kazanımlarla kapatan karakterdir. Kendisini berbat bir hayattan buralara taşıdığı için ayrıca tebrik ediyorum.

Eda ise Poyraz’ın kendisine son anda yaptığı kıyakla (^^) girişimi çökerten isim olmakla kalmayıp istihbaratta kendisine çok güzel bir yer edinmiş, üstüne üstlük kızıyla da arasında bir bağ kurmuş. Annesi olduğunu 10 ay içerisinde söyledi mi bilmiyoruz ama Eda ablası olmak şimdilik ona yeter de artar gibi görünüyor. Eda’cım, seni diziye girdiğin son düzlüğün başından beri çok sevdiğimi biliyorsun. Dizide geri kalan herkesin mutluluklarını toplasan bir seninki etmeyeceğinin farkında olduğunu umarak, mutluluğunu en içten duygularımla paylaştığımı bilmeni isterim. Kendine çok iyi bak ve benim için ara sıra Poyraz’ı ziyaret et lütfen. 

Benim seni komple içime çekmem lazım.

Bölüm, son çeyreğin ağdalı sahnelerinin gereksiz uzatılışı, arabeskin dibine vuruluşu ve tabii ki Ayşegül’ün toptan ölüşünü saymazsak oldukça tatmin ediciydi. Zira o kadar güzel ve fark edilmez ayrıntılar barındırıyor ki içinde, üstünden yıllar geçse de göğsümde bir yumru olarak kalmaya devam edecek. 

Sanırım bir sene sonra filan böyle bir sevişme sahnesi gördük Ayşegül’le Poyraz arasında. Bizim zaman dilimimizde en azından. Onlar için 2,5 yıl civarı ediyor olmalı. Daha ilk bölümlerdeki Casablanca göndermesiyle Ayşegül ve Poyraz arasında hiçbir cinsel ilişki görmeden geçirmiştik bir buçuk sezonu. İlk kez böyle bir durumla karşılaşmamız 38. Bölüme denk geliyordu, o da arkasından Ayşegül’ün hamilelik mevzusu doğacağı için. Biz onca zaman bunu hiç sorgulamadan izlemiştik mesela, senaristin taa 3. Bölümden selamını alarak. Sonra işin içine İsmail Karayel’ler, Adil Topal’lar girdi, dizinin kendine has özelliklerinden ödünler verilmeye başlandı. 7’li bölümlerde öpüşme görmedik 27’den sonra hiç. Tabii böyle bir şey var mıydı, o da bizim uydurmamız mıydı bilmiyoruz ama Poyraz Karayel’i böyle ince detaylarla izlemek ayrı bir zevk veriyordu bize. Kaplumbağa ölüm, portakal mutsuzluk demekti. Ama Ayşegül’ün ölümünde de Poyraz’ın ölümünde de kaplumbağalar değil, renkli karavanlar vardı. Bu da onların mutsuz hikâyesi işte.

Konuyu azıcık dağıtarak son defa mantık hatalarından bahsedeyim de içimde kalmasın. Açılış sekansında Ayşegül’ün kilitli kapıyı iki çekiç darbesiyle kırıp Bahri’nin yanına kadar sorunsuzca girebilmesi ama konu aynı kapıdan çıkmaya geldiğinde, yolu kapatan merdivenin buna engel olması ve gelin görün ki Ayşegül ve Bahri için bir engel olarak görünen ateşlerin Poyraz ve ekibi için bir sorun teşkil etmemesi oldukça saçmaydı ^^. Sonra Savaş’ın hastaneye elinde benim kadar bazukayla girmesi, herkesi öldürerek yoluna devam etmesi ve hadi tamam güvenliklerin korkup kaçmaları filan… Ama Savaş’ı 567483990 kurşun darbesiyle öldüren iyi kalpli mafyacıklarımızın başına hiçbir şeyin gelmemesi? Hepsini geçtim de en komiği, Ayşegül, Poyraz ve Sinan dağ evinde saklanırken Nevra’nın adamlarının, Bahri ve adamları tarafından öldürülmeye başlanmasından 10 dakika sonra Nevra’nın “Allah kahretsin, tuzak kurmuşlar!” diyerek ortamdan uzaklaşmasıydı. Çünkü gerçekten o çatışma bir yarım saat filan sürmüş olmalı. Nevra Hanım bu sefer güldürdünüz.

Seni gördüm göreli / Kaçırdım şu aklı başımdan.

Sevgili Karayel’ci, biliyorum ki sen de 5. bölümden kalma Elleri Ellerime nostaljisiyle karşılaştığında ne yapacağını şaşırarak heyecandan gülmeye başladın. Bak, eğer dizi devam ediyor olsaydı şöyle bir çıkarımımız olurdu bundan sonraki bölümler için: Karavan ânı, öncesi ya da sonrasındaki öpüşme, koklaşma ve sarılışmalar –sahici ya da değil –ölüm getiriyor. Şaka bir yana, final bölümünde çalan sözlü tek şarkının yine birinci sezondan gelmiş olması, hatta direkt olarak İlker Kaleli’nin dizide söylediği ilk şarkı olması çok anlamlıydı. İlk şarkı olmasını da geçtim, dizi henüz yayına girmemişken dönen fragmanlardan bir tanesiydi kırmızı rujlu Ayşegül’e bakarak Elleri Ellerime’yi söyleyen Poyraz sahnesi. Ethem Bey, bence siz de kabul edin artık, birinci Poyraz’ı diğerlerinden daha çok seviyorsunuz ^^. 

"> Biz olmuşuz çelik yelek. 

Ayşegül, daha önce bin kez söylemiş olduğum gibi, sen yalnızca yerli dizi tarihinin değil, dünyanın en güçlü kadın karakterisin ve ben hayatımın sonuna kadar seni kıskanmaya devam edeceğim. O zamanlar internette adın aratıldığında kelepçeli fotoğrafların çıkmıyordu insanların karşısına ve çalıştığın bir hastane vardı. Sen, hatırlar mısın, yalnız olmak, yalnız kalmak, yalnız ölmek istiyordun. İstifa etmek üzere çıktığın yolda Poyraz’ın taksisine binip “Levent” dedin, sonra hayatın değişti. Sıradan bir hayatın yoktu o zamanlar da. Önce anneni, sonra kardeşini kaybetmiştin. Yıllarca babanı suçladın, “Sen bütün İstanbul’a baba oldun, bir tek evlatlarına baba olamadın.” dedin. Sonra babanın hayatı için kendi hayatını tehlikeye attın. İnanıyorum ki, öleceğini bilsen o taksiye yine binerdin. Londra’ya kaçmak yerine Poyraz’ın yalanlarına katlanırdın. O adam olacak diye çırpınır, inanmaz ama bırakıp da gidemezdin. Hayır Ayşegül’cüm, ölmek için olduğun yer değil yanlış olan, yanlış olan zaman.

Haftalar sonra bir sahneyi, Ayşegül’ün ölüm sahnesini senaryo formatında yazmış bulundum. Bir sakıncası olmadığını umarak tüm senaryo ekibinin affına sığınıyor ve duyguyu öldüren, sahnenin tınısını mahveden bütün hatalarıyla –yine de– paylaşmak istiyorum. Lütfen kusurlara bakmayınız.



Ayşegül’ü doktorluk yaparken izlemeyişimize darılıp duruyordum. Hemen monolog yetiştirmişsiniz, sağ olun. Sonunda –Ayşegül Hanım, kalp mütehassısı kendisi –doktor oluşunu hatırladık işte Ayşegül’ün, ne güzel oldu. Ayşegül öldü. Poyraz’ı iyileştirecek kimse kalmadı artık. Hikmet Benol, aramıza yeniden hoş geldi. 

Ayşegül’ün monologları konusunda çok hassasım. Beni ani bir iç dökme ihtiyacıyla RaniniTv’ye getiren, bana yıllar yıllar sonra bölüm yorumu yazmaya başlatan şey 43. bölümde izlediğimiz ekstra arabesk kürtaj sahnesinin hemen öncesindeki Ayşegül Çilingir monoloğudur. O bölüm için, o senaryo için çok teşekkürler. O oyunculuk için, sevgili Burçin Terzioğlu, çok teşekkürler. Burada oluşum, hâlâ yazmaya çabalayışım biraz da sizin sayenizde.







BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER