Bölümden
bize kalan güzelliklerden birisi, en başından beri ne tam olarak iyi ne tam
olarak kötü olmayı becerebilmiş, her şeye burnunu sokan gelin rolünde
vazgeçilmez bir karakter olan Songül’ün, karşımıza psikopat katil olarak
çıkmasının ardından bize içindeki eksikliği gösteren, tüm davranışlarını
içimizde meşrulaştırabildiğimiz Sadrettin’le ilişkilerinin bambaşka bir boyuta
evrilmesiydi. Fatih’ten kurtulduğumuza sevindiğim kadar, çiftimizin bir
aktivite olarak ceset gömerken geçmişten bahsetmelerine de sevindim. İlk
sezondan kalma doktor hatırası, Songül’ün gömmeyi beceremeyip denize attığı
Selçuk ayrıntısı, bunlar hep dünü hatırlatıp burun sızlatan detaylar. Sadrettin’in
o koltuğa oturmak için Poyraz’ı alt etmeye çalıştığı zamanlardan, Bahri Baba’nın
ölümünü akıl hastanesinde hiçbir şeyden haberi olmayarak karşılayan Poyraz
zamanlarına gelmişiz. Umarım siz hep mutlu olursunuz, ne diyeyim…
Meltem’in
hafızasının dudaklarında stoklanması ne absürt bir durumdur ayrıca, gerçekten
gülümsetti beni. Zülfikar’la evlenmelerine, onlar altız çocuk ebeveynleri
olmasınlar diye de daha fazla ölü vermeyişimize sevindim. Abisinin delirişini
saymazsak, Meltem başganım, Eda ve Songül’den sonra diziyi en büyük
kazanımlarla kapatan karakterdir. Kendisini berbat bir hayattan buralara
taşıdığı için ayrıca tebrik ediyorum.
Eda
ise Poyraz’ın kendisine son anda yaptığı kıyakla (^^) girişimi çökerten isim
olmakla kalmayıp istihbaratta kendisine çok güzel bir yer edinmiş, üstüne üstlük
kızıyla da arasında bir bağ kurmuş. Annesi olduğunu 10 ay içerisinde söyledi mi
bilmiyoruz ama Eda ablası olmak şimdilik ona yeter de artar gibi görünüyor. Eda’cım,
seni diziye girdiğin son düzlüğün başından beri çok sevdiğimi biliyorsun.
Dizide geri kalan herkesin mutluluklarını toplasan bir seninki etmeyeceğinin
farkında olduğunu umarak, mutluluğunu en içten duygularımla paylaştığımı
bilmeni isterim. Kendine çok iyi bak ve benim için ara sıra Poyraz’ı ziyaret et
lütfen.
Benim seni komple içime çekmem lazım.
Bölüm, son çeyreğin ağdalı sahnelerinin gereksiz uzatılışı, arabeskin dibine vuruluşu ve tabii ki Ayşegül’ün toptan ölüşünü saymazsak oldukça tatmin ediciydi. Zira o kadar güzel ve fark edilmez ayrıntılar barındırıyor ki içinde, üstünden yıllar geçse de göğsümde bir yumru olarak kalmaya devam edecek.
Sanırım
bir sene sonra filan böyle bir sevişme sahnesi gördük Ayşegül’le Poyraz
arasında. Bizim zaman dilimimizde en azından. Onlar için 2,5 yıl civarı ediyor
olmalı. Daha ilk bölümlerdeki Casablanca göndermesiyle Ayşegül ve Poyraz
arasında hiçbir cinsel ilişki görmeden geçirmiştik bir buçuk sezonu. İlk kez
böyle bir durumla karşılaşmamız 38. Bölüme denk geliyordu, o da arkasından
Ayşegül’ün hamilelik mevzusu doğacağı için. Biz onca zaman bunu hiç
sorgulamadan izlemiştik mesela, senaristin taa 3. Bölümden selamını alarak.
Sonra işin içine İsmail Karayel’ler, Adil Topal’lar girdi, dizinin kendine has
özelliklerinden ödünler verilmeye başlandı. 7’li bölümlerde öpüşme görmedik 27’den
sonra hiç. Tabii böyle bir şey var mıydı, o da bizim uydurmamız mıydı
bilmiyoruz ama Poyraz Karayel’i böyle
ince detaylarla izlemek ayrı bir zevk veriyordu bize. Kaplumbağa ölüm, portakal
mutsuzluk demekti. Ama Ayşegül’ün ölümünde de Poyraz’ın ölümünde de
kaplumbağalar değil, renkli karavanlar vardı. Bu da onların mutsuz hikâyesi
işte.
Konuyu
azıcık dağıtarak son defa mantık hatalarından bahsedeyim de içimde kalmasın.
Açılış sekansında Ayşegül’ün kilitli kapıyı iki çekiç darbesiyle kırıp Bahri’nin
yanına kadar sorunsuzca girebilmesi ama konu aynı kapıdan çıkmaya geldiğinde,
yolu kapatan merdivenin buna engel olması ve gelin görün ki Ayşegül ve Bahri
için bir engel olarak görünen ateşlerin Poyraz ve ekibi için bir sorun teşkil
etmemesi oldukça saçmaydı ^^. Sonra Savaş’ın hastaneye elinde benim kadar
bazukayla girmesi, herkesi öldürerek yoluna devam etmesi ve hadi tamam
güvenliklerin korkup kaçmaları filan… Ama Savaş’ı 567483990 kurşun darbesiyle
öldüren iyi kalpli mafyacıklarımızın başına hiçbir şeyin gelmemesi? Hepsini
geçtim de en komiği, Ayşegül, Poyraz ve Sinan dağ evinde saklanırken Nevra’nın
adamlarının, Bahri ve adamları tarafından öldürülmeye başlanmasından 10 dakika
sonra Nevra’nın “Allah kahretsin, tuzak kurmuşlar!” diyerek ortamdan
uzaklaşmasıydı. Çünkü gerçekten o çatışma bir yarım saat filan sürmüş olmalı.
Nevra Hanım bu sefer güldürdünüz.
Seni gördüm göreli / Kaçırdım şu aklı başımdan.
Sevgili
Karayel’ci, biliyorum ki sen de 5. bölümden kalma Elleri Ellerime nostaljisiyle
karşılaştığında ne yapacağını şaşırarak heyecandan gülmeye başladın. Bak, eğer dizi
devam ediyor olsaydı şöyle bir çıkarımımız olurdu bundan sonraki bölümler için:
Karavan ânı, öncesi ya da sonrasındaki öpüşme, koklaşma ve sarılışmalar –sahici
ya da değil –ölüm getiriyor. Şaka bir yana, final bölümünde çalan sözlü tek
şarkının yine birinci sezondan gelmiş olması, hatta direkt olarak İlker Kaleli’nin
dizide söylediği ilk şarkı olması çok anlamlıydı. İlk şarkı olmasını da geçtim,
dizi henüz yayına girmemişken dönen fragmanlardan bir tanesiydi kırmızı rujlu
Ayşegül’e bakarak Elleri Ellerime’yi söyleyen Poyraz sahnesi. Ethem Bey, bence
siz de kabul edin artık, birinci Poyraz’ı diğerlerinden daha çok seviyorsunuz
^^.
Ayşegül,
daha önce bin kez söylemiş olduğum gibi, sen yalnızca yerli dizi tarihinin
değil, dünyanın en güçlü kadın karakterisin ve ben hayatımın sonuna kadar seni
kıskanmaya devam edeceğim. O zamanlar internette adın aratıldığında kelepçeli
fotoğrafların çıkmıyordu insanların karşısına ve çalıştığın bir hastane vardı.
Sen, hatırlar mısın, yalnız olmak, yalnız kalmak, yalnız ölmek istiyordun. İstifa
etmek üzere çıktığın yolda Poyraz’ın taksisine binip “Levent” dedin, sonra hayatın
değişti. Sıradan bir hayatın yoktu o zamanlar da. Önce anneni, sonra kardeşini
kaybetmiştin. Yıllarca babanı suçladın, “Sen bütün İstanbul’a baba oldun, bir
tek evlatlarına baba olamadın.” dedin. Sonra babanın hayatı için kendi hayatını
tehlikeye attın. İnanıyorum ki, öleceğini bilsen o taksiye yine binerdin. Londra’ya
kaçmak yerine Poyraz’ın yalanlarına katlanırdın. O adam olacak diye çırpınır,
inanmaz ama bırakıp da gidemezdin. Hayır Ayşegül’cüm, ölmek için olduğun yer
değil yanlış olan, yanlış olan zaman.
Haftalar sonra bir sahneyi, Ayşegül’ün ölüm sahnesini senaryo formatında yazmış bulundum. Bir sakıncası olmadığını umarak tüm senaryo ekibinin affına sığınıyor ve duyguyu öldüren, sahnenin tınısını mahveden bütün hatalarıyla –yine de– paylaşmak istiyorum. Lütfen kusurlara bakmayınız.

Ayşegül’ü doktorluk yaparken izlemeyişimize darılıp duruyordum. Hemen monolog yetiştirmişsiniz, sağ olun. Sonunda –Ayşegül Hanım, kalp mütehassısı kendisi –doktor oluşunu hatırladık işte Ayşegül’ün, ne güzel oldu. Ayşegül öldü. Poyraz’ı iyileştirecek kimse kalmadı artık. Hikmet Benol, aramıza yeniden hoş geldi.
Ayşegül’ün monologları konusunda çok hassasım. Beni ani bir iç dökme ihtiyacıyla RaniniTv’ye getiren, bana yıllar yıllar sonra bölüm yorumu yazmaya başlatan şey 43. bölümde izlediğimiz ekstra arabesk kürtaj sahnesinin hemen öncesindeki Ayşegül Çilingir monoloğudur. O bölüm için, o senaryo için çok teşekkürler. O oyunculuk için, sevgili Burçin Terzioğlu, çok teşekkürler. Burada oluşum, hâlâ yazmaya çabalayışım biraz da sizin sayenizde.