Neden’lere yanıt veriyor sonra… Hiç telaşsız, olduğu gibi,
aslında bakarsanız çoğunlukla hissettiği gibi… Neden Gümüşlük mesela açıklıyor,
ya da neden oyunculuk? Satır satır değil. Çünkü öyle bir adam değil, incelikli
orası ayrı ama bildiği yoldan işte, değişik bir işleyişi var duygularının,
insan nihayetinde, bir yerde net anlıyorsunuz o gidişatı. O bir yer herkese göre
farklı olabilir çünkü bizler de insanız en nihayetinde. Farkı insanlar, farklı
duygular…
“Zaman nefes almakla geçen günler değil, birinin aklında
olmakla ilgili biraz…” Zamansız başlıklı anlatı da böyle diyor Nejat işler ve
ekliyor: “Hayatın kronometresini sen değil, senin yanındaki tutar. Bu yüzden,
etrafında ‘biriktirdiği’ büyük kalabalıktan biri olarak söylüyorum: ‘Zamansız
bir adamsın Tuncel Abi, biz seni sakladık… O kadar…” Bahsi edilen Tuncel Abi,
2013 yılında kaybettiğimiz Tuncel Kurtiz’den başkası değil.
Gidemediğim yerler, yollar için hayıflanan biri olmadım hiç.
Belki kadercilik belki başka bir şey bilmem ama vardır bir hayır der çıkarım
işin içinden genelde. Ancak bundan 5-6 sene önce, fırsatım varken, şu an
nedenini niyesini hatırlayamıyorum bile ama gitmediğim bir Antalya/Kaş tatili
için dizlerimi döve döve hayıflandığım olmuştur. Yazın bilmem hangi ayı,
şehirde sıcakla boğuşuyorum, telefon çalıyor. Arayan annem. Kaş tatiline giden
annem.
“Kimi gördük bil bakalım?!”
“Ben ne bileyim, zaten beynim yumurta gibi! Kim, söyle?”
“Aliye de doktor vardı ya bir tane, onu! Bir de Tuncel
Kurtiz’i.”
Burada sıcaktan beynim erimiş olduğundan herhalde, başka
açıklaması yok çünkü, benim cevap şöyle:
“Kimi? Aliye kim yeğenim ya?”
Sonrasına gerek yok konuşmanın çünkü cümlemi bitirmem ile
durumu anlamam aynı saniyeye tekabül ediyor. Sonrası bir takım ‘Nejat İşler mi?
Tuncel Kurtiz, nasıl ya? Neden? Oy ben nerelere gidem!’ yankıları… Gitmediğim
yollardan pişman olduğum tek zamandır o tatil.
Diyor ki Nejat İşler onu anlatırken bir yerde: “Bilmediğim
denizlerde yüzmeyi sevmem. Tuncel Abi, bana o denizleri anlattı. Yunusları,
köpekbalıklarını, sazanları, ahtapotları…” Eğer o tatile gitmiş olsaydım,
onları görmekten, belki onlarla tanışmaktan bir adım ötede, onların bu
dostluğuyla tanış olacaktım. Dostluk kavramım belki onlarla çarpışınca, a’yı,
b’yi, c’yi yeni baştan öğrenmezdi de yeni kelimeler bitiştiridi göğüne. Aah ben
bir gitseydim…
Kitabın en sevdiğim kısımları dahil olduğu projelerin
gelişimini anlattığı kısımlar şüphesiz. Semih Kaplanoğlu’na ait Yusuf Üçlemesi’nin ilki Yumurta… Bir şeye çok bakarsan, çok
inanırsan, çok seversen bir şekilde hayatına dahil oluyor, ben inanıyorum.
Serdar Akar hayranlığından bahsededururken misal Barda… Kitapta hikayesi var açık açık anlatmayacağım ama Barda anlatısını şöyle bitiriyor İşler:
“Benim bildiğim tek etik var filmlerde… Mesela kalp masajı sahnesi çekilmez.
Yani yanlış anlayan biri ölüme neden olabilir. Bu gibi gerçek veya kurgu şiddet
filmlerinin de çekilmesi gerekir.” Yanlışlığı doğruluğu üstüne çok tartışılır
ancak benim takıldığım nokta orası değil, bakış açısı. İlk konuya dönecek
olursak, samimiyet mi? Samimiyet.
Bugün hala ısrarla, inatla ve umutla adını tekrar ettiğimiz Behzat Ç. ve Ercüment… Biz bunca
söylerken o da diyor ki mesela: “Hayatımda bir işten bu kadar keyif aldığımı
hatırlamıyorum.” Hiçbir şey olmasa bile Behzat
Ç. yolculuğu için okunmalı kitap. Hala üstüne kurduğu her cümleden keyif
aldığı öylesine belli ki çünkü…
Ve Kaybedenler Kulübü…
Hikayesi ilginç… Aslında yine, çok bakarsan, çok inanırsan, çok seversen bir
şekilde hayatına dahil oluyor mantığı ama başka bir tat da var. Okumamışlar
için bozmak istemem o büyüyü…
‘Bana Kalanlar’ kıyısına da birkaç dalga sürüklemek isterdim
fakat altını çizdiğim, aklımın içinde önlenemez bir şekilde dönen o kadar çok
cümlesi var ki, tüm kitabı alıp baştan itibaren yazsam anca kâfi gelir. O
yüzden bu yazıda o kıyıya rüzgar estirmiyorum.
Demem o ki: Söze gerek vardı.
Saygı ve sevgiyle…