Açtık biz bunu ama bu ne ki diye sorarsanız… Bu benim Aslı
Erdoğan’a ait Kabuk Adam romanına
yorumlamam. Çok uzun bir aradan sonra yazmak için bir şeyler bulmaya
çalışıyordum, kitabı buldum. Dizilere bu ara biraz uzağım. Meylim kitaplara. Ee
aynı mantık değil mi? Her kitaptan sonra söyleyecek şeyler birikmiyor mu
kıyılarımızda? Ya da hiç değilse bir insanla üstüne tartışmak isteği? Niye
olmasın dedim ve buradayım. Epey paslanmışım ayıptır söylemesi laf aramızda.
Sürç-i lisan edersek affola.
Spoi konusuna çok yanaşmayacağım. Derdim, okumayanlar için
ufak bir fikir sahibi olsunlar meselesi, okuyanlar içinse satır araları
hakkındaki düşüncelerim hatta duygularım daha çok ve üzerine tartışılacak
alanlar sağlama yalnızca. Önce aklımdaki kitapları yazacağım. Uzun vadede ise
okudukça üstüne eklemek ümidindeyim. Ne dersiniz, oyun arkadaşlarım olur
musunuz? ^^
Künye
Yayınevi: Everest Yayınları
Baskı Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 140
Arka Kapak
"Lire" dergisi tarafından "Geleceğin 50
Yazarı" arasında gösterilen Aslı Erdoğan'ın ilk romanı Kabuk Adam,
Karayipler'de, şiddetin bataklığında yaşanan korku ve tutku dolu sıradışı bir
aşkın, ölümle yaşamın sınırında kurulan mucizevi bir dostluğun hikâyesi.
"Tropiklerde, o gözden ırak adada öğrendim ki, cennetle
cehennem iç içedir, ancak bir katil bir peygamber olabilir ve insan bir
başkasına, aynı karabüyü ayinlerindeki gibi, dönüşebilir, çünkü insanın tam
zıddı gene kendisidir."
(Tanıtım Bülteninden)
“Çok nehirlerden
geçmişsin bugüne dek.”
“Çok nehirlerde
boğuldum.”
Aslı Erdoğan’la tanıştığım ilk an, ilk cümleler, ilk diyalog.
Şöyle derin bir nefes almaya çabalayıp beceremediğiniz anlar olur ya hani…
Ciğerinize sığamadığınız… Bu cümlelerin ilk andan bu yana hissettirdiği
duygular bunlar işte. Neden peki? Bugün, çoğunluğun kullandığı Wattpad uygulamasında
bulunan çok sevdiğim bir hikayenin içinde kullanılan alıntı, neden bu denli
sarstı beni? İşin sırrı kelimelerde mi yoksa yazanın kendisinde mi? Kim bu Kabuk Adam? Kimin derdi, kimin yarası,
kimin gülümseyişi?
Kitabı okuyalı 3 aydan fazla bir zaman geçmiş olmasına
rağmen hala cevabını arıyorum yukarıdaki soruların. Hala elimde ‘Budur!’
diyebileceğim bir yanıt yok, emin olduğum, adımlarımı sonsuz bir güvenle
attığım tam üstüne. Biraz da bu yüzden bu yazı. Belki zihnimden geçenlerle reel
de yüzleşirsem avucuma basıp ana yola çıkabileceğim cevaplarım olur diye.
Çaresizlik, kabulleniş hatta en çok, en yoğun kabulleniş.
Belki biraz da hüsran! Ancak harfler kelimeleri, kelimeler cümleleri meydana
getirirken içlerine bol kepçeden doldurulan şey; kırık bir gülümseme.
Aslında bakarsanız, Kabuk
Adam bütünüyle kırık gülümseyişlerden oluşuyor. Çünkü Aslı Erdoğan’ın bu
ilk roman-uzun öyküsünde anlattığı karakterler bir yerinden yarım
bırakılmışlardan oluşuyor. Doğuştan ya da sonradan fark etmiyor,
karşınızdakiler bir şekilde hayatın sillesini yemiş ve bunlarla farklı
şekillerde baş etmiş. Bir noktada bu farklılıkların yakınlaştırdığı iki insana
tanıklık ediyorsunuz okurken, bir diğer
noktada bu farklılıkların ‘noksanlık’ olarak saylandığı bir dönemi okuyorsunuz
gözünüzde yaşlarla.