Ben, günlük
hayatta ancak çılgınca öfkelendiğinde ağlayan bir adamım. İş filmlere
geldiğinde ise dünya üzerinde benden başka kimsenin dikkate alıp da gözyaşı
harcamayacağı acayip şeylere bolca ağlamamla tanınırım (ki The Lego Movie’yi on kereden fazla izleyip hepsinde peçeteler
dolusu ağlamışlığım var). Baba problemleri ile hayatı boyunca boğuşmuş biri
olarak bir film özellikle bu konuda samimi bir şeyler söyledi mi, düğmeye
basılmış gibi otomatik pilota alırım bedenimi.
Şimdi bekliyorsunuz ki Babam ve Oğlum izlerken hayatımda hiç
ağlamadığım kadar ağladığımı yazayım. Çağan Irmak ile aramızın açılmaya
başlaması bu filme dayanıyor desem durumun böyle olmadığını belirtmiş olurum
sanırım. Çocuklardan ve yüzde doksanı başarısız olan çocuk oyuncuları ekranda
izlemenin çilesiyle örülü hikayelerden hoşlanmadığımdan mı; yoksa seyirciye
atacağı tokatları haddinden fazla hesap ettiğini haddinden fazla açık
ettiğinden mi bilmem tüm ülkeyi etkisi altına alan film bende sadece
“Güzelmiş,” tepkisi uyandırabilmişti, o da sevdiğim insanların işlerine toz
kondurma konusunda fazlasıyla zorlanmamdan...