Gelelim
ilk bölümde gözüme batan, “Hemen mi açtınız bu kartı, cidden mi?” , “Doldu,
bölümü değiştirme hakkımız da doldu!” dediğim noktalara...
İlk bölümün günahı olmaz diyerek
bakışlarımı kaçırdığım noktalardan ilki figüran/yan roller.
Konu
hakkında eşik bekçiliği yapacak, ‘ben bu işin piriyim peheyt’ diyecek halim
elbette yok ama gözüm var, izliyorum. Gözlerimden kanlar aka aka izliyorum.
İşin set kısmının ne kadar çetrefilli olduğunu birinci ağızdan biliyorum, asla
kimseyi küçümsemek değil niyetim ancak “Olmuyor, kestik!”
Tonlaması
tutmayıp ergenliğe yeni girmiş delikanlılar gibi olmadık yerlerde sesi incelip
kalınlaşan mı ararsın, ezbere metin okuduğunu megafonla ilan ettiren mi? Evet,
farkındayım bir sürü figüran ve yan rol izleyeceğiz. Muhteşem Yüzyıl ve Arka
Sokaklar için söylenen “Bir ben oynamadım herhalde” lafını –dizi tutar, kış
sezonunda da devam ederse- çok sık duyacağız ancak bu şekilde devam edilmesi…
Bilemiyorum Altan, bilemiyorum…
İkinci sırada, adeta gözümüze
gözümüze sokulan, etrafı led ışıklı lambalarla çevrili ‘detaylar/ipuçları’.
California
State Üniversitesi çıkartması ve balıkçılarla yapılan konuşmada direkt olarak
‘arabanın üzerinde sticker/çıkartma var mıydı?’ diye sorulması, bardaki
konuşmalarda adamın arkası dönükken konuşmalardan gerilmesi ve komiserimizin
hemen durumu fark etmesi, masanın altına düşen ve ‘fark edilmeyen’ fotoğraf
bunlardan en bariz olanları. Bu tarz detaylar gösterilmesin demiyorum, elbette
ki gösterilecek ancak bu kadar zoom yapıp, hafif teatral kaçacak oyunculuklarla
‘ay nasıl da düştüğünü fark etmedi’ diye üstü fosforlu kalemle çizilmesin.
Yönetmenin işine karışmak oluyor bu düpedüz ancak ben bu süregelen düzenden illallah etmiş
durumdayım yerli dizilerde. Bu detayları yine görelim ama çok fark etmeyelim,
flash-back ile hatırlayalım mesela. Ya da ilk anda fark edip hemen konuya
girelim. Bir durum fark edildiğine karakterin yüzüne hafif zoom yapıp gözlerini
kıstığını, kaşını kaldırdığını görelim gibi çoğaltılabilir bu durumlar. Ama
seyirciye 5 yaşında çocuğa anlatırmış gibi polisiye dizi izlettirmeyelim.
Bir
sahnede devamlılık hatası yakaladım sanıyorum. Sanıyorum, çünkü serseri serbest stil
vurgusu için de yapılmış olabilir böyle bir şey. Ozan ve Asya eve birlikte
döndüklerinde Asya’nın çizmesinin fermuarları açıktı. Bize göre yaz ortası olsa
da hikâyede kış sonu bahar başı gibi bir mevsimdeyiz; deri ceket, çizme, kaban
giyilmesi normal ama o çizmenin fermuarları kapalı olsaydı da eve girerken
açsaydı gözüme takılmazdı.
Bir diğer
kısımda, kovalamaca sahnesinin yakalar arası çekilmesi. Yanılıyorsam düzeltin,
kuş bakışı açıdan çekilen kovalamaca sahnesi Kadıköy Boğa’nın oralarda bir
yerde, merdivenli kısım. Bir anda Reşitpaşa’daki konağın –Kavak Yelleri’nde Mine’nin anneannesinin evi olan- oraya çıkıyorlar. Ozan’daki ciğer ve kondisyon
beni hayran bıraktı. Kendisini sahalarda görmek isteriz, olimpiyat kayıtları
ileride solda.
Evrime yeni bir yaklaşım; Damdaki Kemancı'dan çatıda kahveli kahvalltı yapan komiserlere.
Ve asıl
bombayı sona sakladım. Bölümün başında aşağı yukarı bize göre 120 dakika onlara
göre üç buçuk- dört günde, hadi güzel hatırımız için bir hafta olsun, atışıp
duran iki komiserden, gelen mesajları okuyup gülümseyen ve gülücük gönderen
komiserlere nasıl evirildiniz? Çatıda kahve/kek kahvaltı mantığına hala şoklar
içinde bakıyorken orada nasıl kaynaştınız. Sizin mi yalnızlığınız başınıza
vurdu benim mi bünyem taş oldu anlamadım…
Toparlayacak
olursam, Kanıt: Ateş Üstünde gibi bir
diziye ihtiyacımız vardı ancak sahaya daha sağlam çıkmasını beklerdim. Çok
güzel oyunculuklar da izleyeceğiz, bu da bir gerçek. Hatta ve hatta şanslıysak
gelişme kaydeden oyunculuklar da göreceğiz. Ancak ana hikâyenin dışında her
bölüm yaşanacak olaylarda izleyeceğimiz figüran oyuncular için nasıl bir çözüm
üretilebilir kestiremiyorum.
Ana
karakterlerin castingi için üç kere; Tansel Öngel oley, Olgun Ahmet Sünear
oley, Gurur Aydoğan oley!
Yolları
açık, reytingleri ve tempoları yüksek olsun diyelim.