Suçtan arınmak mümkün mü? Dünyadaki bütün toplumları etkisi altına alan suç ve korku imparatorluğundan kurtulmak için neleri gözden çıkarabiliriz? Peki, bunu yaparken gözeteceğimiz dengeler hep varsılların yanında yoksulların karşısında olursa neler olur? İşsizliği, cinayetleri önlerken, refah seviyesini yükseltirken toplumun bir kesimini tamamen gözden çıkarsak ve kapitalizmi hiç olmadığı kadar vahşileştirsek ne kaybederiz? The Purge: Election Year / Arınma: Seçim Yılı bu soruların cevaplarını arıyor ve The Purge serisinin 3. halkası olarak seyirciyle buluşmaya hazırlanıyor.
Amerika'nın yeni tanrısı ölüm
İlk film The Purge, düşük bütçeli bir “home invasion” filmi olarak çıkmıştı karşımıza. Amerika’da iktidarı ele geçiren ve kendilerine “Yeni Kurucu Babalar” diyen insanların her yılın 21 Martını “Ulusal Arınma Gecesi” ilan ettiği bir yakın gelecekte geçiyor Arınma filmleri. Sadece bir geceye mahsus olmak üzere cinayet de dâhil bütün suçları işlemenin serbest olduğu bir düzenden bahsediyoruz. Serinin 2. filmi The Purge Anarchy’de daha açık ve net görüyoruz tabloyu: Arınma Gecesi toplum tarafından kabul görmüş, herkes bu geceye özel olarak hazırlanıyor. Hatta bu gecenin kendine ait bir ekonomisi oluşmuş durumda. İnsanlar harıl harıl maskeler, türlü türlü silahlar satın alıyorlar kendilerine. Tanıdığınız tanımadığınız herkes hedefiniz ya da siz komşunuzun, arkadaşlarınızın ve hatta ailenizin hedefi olabiliyorsunuz. Arınmak istemeyen, korkan ya da bu geceyi ahlaki açıdan doğru bulmayanlar da var. Onlar kendilerini evlerine kapatıyorlar, zarar görmemeye ve zarar vermemeye uğraşıyorlar. Oysa herkesin zincirlerinden boşalırcasına kendini şiddetin kollarına attığı bu gece mutlaka tehlikedesiniz. Serinin 3 filmi de bu istemese de tehlikede kalan insanların başından geçenleri anlatıyor.

Oy verirken tarafını seç
Arınma: Seçim Yılı, 2025’te geçiyor. Filmin adından da anlaşılacağı gibi Amerika’da başkanlık seçimleri yaklaşmakta ve başkan adaylarından senatör Charlene Roan Arınma gecesine kesinlikle karşı ve seçilirse bu geleneği yasaklamayı vaat ediyor. Kendisi de bir Arınma gecesi yaşamış ve tüm ailesi öldürülmüş. Karşı cephede yani Yeni Kurucu Babalar’da ise panik hali mevcut. Anti-Arınmacıların yükselişte olduğunun farkında olan ve çarkları işler durumda tutmak isteyen siyasetçiler çareyi senatör Roan’ı kaçırıp öldürmeye çalışmakta buluyorlar. Bu uğursuz gecede senatörün yanında sadık koruması, bir önceki The Purge filminde intikam peşinde bir baba olarak izlediğimiz Leo Barnes var. İkilimizin yanına şarküterisini korumak isteyen bir siyahi, onun Meksikalı çırağı ve eski çete üyesi Laney de eklenince temposu bir an bile düşmeyen bir kovalamaca ve can pazarı izliyoruz.
Ölüm artık bir fetiş haline geldi
Filmin ekseninde başkanlık seçimlerinin yer alması, Amerika’da yaşanan Clinton-Trump çekişmesine yapılan göndermeler, iktidarın Arınma gecesini kullanış amaçlarının tam olarak gözler önüne serilmesi gibi detaylar oldukça politik bir söylem ekliyor hikâyeye. Ancak siyasi, dini, felsefi açıdan çok yüklü bir alt metni olan filmin bu söylemi genele bakınca daha iyi aktarılabilirmiş seyirciye demekten kendimizi alamıyoruz. Olayların aksiyon yönü bu kez çok daha fazla yer kaplarken senatörün karşı çıkışı geçmişindeki travma dışında temellendirilmiyor. Aynı şekilde Amerika’nın yeni tanrıları olan siyasiler karikatür kötülere dönüşüyorlar. Oysa yeni kurucuların Arınmayla elde etmeye çalıştıkları özgürlük gibi görünen faşizmin, dini temellerle güçlendirilen söylemlerinin dönüşümünün, kapitalizmin geldiği noktada kimlerin hayatta kalıp kimlerin öleceğine nasıl karar verildiğinin daha net ve sertçe anlatılmasını tercih ederdim seyirci olarak.
Şiddetin pop kültürünün bir parçası haline geldiği ve estetize edildiği günümüzün bir gerçeği artık. 2025 de çok uzak bir gelecek değil. Yönetmen James DeMonaco, The Purge serisini kurgularken bütün bu gerçeklerin farkında gibi görünüyor. Dönüşebileceğimiz, belki de çoktan dönüştüğümüz vahşet toplumunu işaret ediyor, bunu didaktik olmadan, sinemanın seyircinin algılarını ve her türlü dürtüsünü tatlı tatlı kaşıyan hamleleriyle gayet başarılı bir şekilde başarıyor. Hukukun ve adaletin tecellisinin bir hayli sıkıntılı olduğu dünyamızda, vahşi cinayetler kimi zaman gizli kapaklı kimi zaman da adına “karışıklık, tatsızlık, savaş” denen şeylerle göz göre göre işlenirken The Purge izleyen seyircisine “arınsak ve her şeyi bir gecede tüketsek daha mı iyi olurdu” gibi zor bir soruyu sordurmayı başarıyor. İzlemesi hazmından daha kolay bir film olmuş The Purge: Election Year kısacası. İyi seyirler, iyi vicdan muhasebeleri dileriz.