Mucizelere bizi inandıran bir dizi Kiralık Aşk. İzleyicisini farklı diyarlara savuruyor, hayatın ta kendisini; ona has, çok naif bir dil ile anlatıyor. "Hayatı da öyle gördüğüm için, öyle anlatıyorum" diyor Meriç Acemi de bu konu açılınca. Hem yetişkin hem de genç seyirciyi aynı potada yakalayabilmiş olmaktan dolayı da memnuniyetini dile getirmeyi unutmuyor.
Her hafta 130 dakika bölüm yazmanın da, çekmenin de ne kadar da zor olduğundan bahsetti. Haklı da. "Game of Thrones'un bir sezonunda kullanılan kelime sayısının, yedi katı olacak Kiralık Aşk'ın sezon sonundaki kelime sayısı. Seyirciye doğru şeyi vermek zorundasınız,çünkü 'Gidip yabancı dizi izlerim niye bunu izleyeyim?' diyebilir. Seyirci dolu bir şey izlemek istiyor. Bu da bölümün 130 dakika olmasından kaynaklanıyor işte. Bizler 90 dakikadan şikayet ederken, daha da uzadı süre ve bu sektörün çözülemeyen sorunu" diyor. Bu bir ekip işi, yapımcısından yönetmenine, oyuncusundan teknik ekibine kadar her bir emekçi alın teri dökerek bir şey ortaya koyuyorlar. Ancak bana kalırsa en zor görev senaristlerde. Çünkü settekiler "Paydos" denildikten sonra, mola verebiliyorlar. Ama senarist sürekli düşünmek, üretmek zorunda, sürekli hayal etmek ve bir yandan da kendini geliştirmeye, gündemi takip etmeye devam etmek zorunda. Yani fikrimce bir senarist için, "Paydos" gibi bir kelime yok aslında.
Kiralık Aşk için konuşmak gerekirse de, Meriç Acemi her bir karakterinden sorumlu, hepsine ayrı ayrı odaklanmak zorunda. Hepsine devamlı yeni hikayeler türetmek ve ana hikayeyle bağlamak zorunda. Tür; romantik komedi. Yani tüm bu üretimleri, görünmeyen ama var olan belli kalıplara bağlı kalarak yapmak zorundalar. "Hadi şimdi Defne'ye bir kaza geçirtelim" deme şansının çok fazla olduğunu düşünmüyorum. Ya da, salt kötü karakter yaratma şansı yok. O yüzden bizim "kötü" olarak tabir ettiğimiz her karakterin, aslında kendince sebepleri var. "Herkes kendince haklı, aynı gerçek hayatta olduğu gibi" diye, özetliyor bu konuyu da.
Bir seyirci olarak baktığımda ben de, Kiralık Aşk'ın yayınlandığı ilk günden beri, hayatta görebileceğimiz karakterlerden oluştuğunu savunuyorum. "Bu sadece dizilerde olur" diyebileceğimiz, çok fazla şey olmamakla beraber, bir yandan da masal gibi... Meriç Acemi de bu noktaya değindi söyleşisinde, "Defne ve Ömer realist bir hikaye yaşarken, bir anda Koray rüzgarla girebiliyor." dedi, tam da bununla ilgili. Biz de izlerken hep, "Neriman'ın sisler içindeki yürüyüşü, ütopik bir sahne olmasına rağmen, hiç sırıtmadı, sırıtmaz" deriz mesela Kiralık Aşk için. Gerçek bir dünyaya bu tarz şeyleri de yakıştırmış durumda yani seyirci.
Sanırım bu durumda da Meriç Acemi'nin yalnızca iyi bir senarist değil, iyi de bir seyirci olduğu kanaatine varabiliyoruz. Çünkü işine saygısı çok fazla. "Kendi izleyeceğim işi yapıyorum." diye belirtmesi, bir izleyici olarak benim de gururumu okşuyor mesela. Hatta, Kiralık Aşk'ın da, başından sonuna her anında var olmak istemesi takdire şayan. Kerem Fırtına'nın, "Defo'ciğim" lafını kendisinin ürettiğinden örnek verdi, oyuncularının önerilerine saygı duyması da, "Hiyerarşik bir düzen yok bizde" sözlerini fazlasıyla doğruluyor. Kendi adıma, en hoşuma giden kısım da, her cuma ekran başında, kafasını kaldırmadan dikkatle Kiralık Aşk izlediğinden bahsetmesiydi. Bunların hiçbiri "senarist" tanımlaması değil aslında. Tamamen Meriç Acemi'nin kişisel tercihi, zaten senarist adaylarına seslenirken de "Her senarist böyle yapmak zorunda değil, yanlış anlama olmasın." diye de vurguladı.
Hatırlarsanız Ranini’ye verdiği röportajda, "Ömer zaten bana çok yakın bir karakter kendi cümlelerimle konuşuyorum resmen omurgasını kendime yasladım.” demişti. Seminerde konu Defne'ye geldiğinde, sosyal medyada çok sık dillenen bir muhabbetten yola çıkarak gelen "Siz Defne'yi sevmiyor musunuz?" sorunu gülümseyerek yanıtlıyor ve "Aksine, çok seviyorum. Bu Defne'nin hikayesi. Defne, sürekli sıkışıyor, zorlanıyor, tehdit ediliyor ve her sınavdan başarıyla çıktı bugüne kadar. Ömer'le olan aşkında, karşısına çok ciddi rakipler çıktı. İz geçmişten geldi, Gallo'nun Simurg’u vardı. Bu kadar güçlü ve iyi rakiplerle karşılaşması, Defne'nin kahramanlığını daha fazla arttırıyor." dedi. Bu da her zaman söylediğimiz mevzuya çıkıyor aslında, "Kiralık Aşk'ta her şeyin bir sebebi var ve her şey, sonunda Defne-Ömer aşkı için mutlaka güzel bir şeye vesile olur."
İkinci sezon için bizim kadar onun da heyecanlı olduğunu görmekten mutlu oldum. "Dizi, sinema filmi gibi değildir. Yaşayan bir dünyadır" dedi. Yani izlenebilir yeni hikayelerle yollarına devam edecekler. Bu yolda, her zaman seyirciyi memnun edemeyecekler, bundan önce de olduğu gibi. Bir sosyal medya hesabına sahip herkes, istediği insana ulaşabileceği için, arada bazen saygı sınırları aşılabiliyor. "Kötü bir şey olduğunda akla ilk gelen senarist, o yazdı. İyi bir şey olduğunda, karakterlerden bahsediliyor, e onu da ben yazdım ama" diye cevaplıyor gülümseyerek. Yani etkileşim kutusunun sitemlerle dolması biraz kırıcı oluyor olabilir onun için de.
Aslında, en zor iş onun. Çünkü şu an için Türkiye'nin en çok konuşulan televizyon dizisi, onun kaleminden akarak, hayat buluyor. Ve sosyal medya, her gün Kiralık Aşk'ın karakterlerinden bahsediyor, bölüm üzerine yazılıyor çiziliyor, fragmanlara, sembollere kadar yorumlanıyor. Seyirci beklediğini bulamazsa da, top onda olduğu için, akla ilk gelen Meriç Acemi oluyor. Çok ciddi bir sorumluluk^.^
Bir hikayenin yaratıcısına güvenmektir belki de en doğru olan. Çünkü eminim, ne yaptığını biliyor ve bizi Kiralık Aşk'ta daha çok fazla güzel şey bekliyor. Son olarak bu seminerden Meriç Acemi’nin herhangi bir kazanç elde etmediğini ve seminerin geliriyle Sender'e toplantı masası alınacağını da belirtmek isterim. Bu güzel söyleşi için Sender'e ve Meriç Acemi'ye teşekkür ediyor, yolunun her zaman açık, kaleminin kuvvetli olmasını diliyorum.