35. İstanbul Film Festivali kısa kısa hafta sonu - 2

35. İstanbul Film Festivali kısa kısa hafta sonu - 2
Kesişirken kırılan hayatlar
11 Dakika: Four Nights With Anna ve Essential Killing filmleriyle tanıdığımız ve çok sevdiğimiz Polonya sinemasının en büyük yönetmenlerinden Jerzy Skolimowki’nin 11 Dakika’sı festivalin Yıllara Meydan Okuyanlar seçkisine konuk oldu. İlerleyen yaşına rağmen dinamizminden hiçbir şey kaybetmediğini kanıtlayan Skolimowski yine gerilim dozu yüksek, izleyiciyi yerinde rahat oturtmayan bir filme imza atmış. Yeni evlenmiş ve oyuncu seçimi için bir yapımcıyla görüşmeye gitmiş güzel bir kadın, karısının peşine kaygılı bir şekilde takılan kocası, soygun yapmaya gidip tatsız bir sürprizle karşılaşan genç adam, sevgilisinden ayrılan ve köpeğini ondan geri alan bir genç kadın, sosisli sandviç satan eski bir suçlu, sokak ortasında o sandviçleri midelerine indiren bir grup rahibe, uyuşturucu kullanan bir kurye, boşanmak üzere kocasını aldatan bir kadın, doğum yapmak üzere olan ama bir eve hapsolmuş bir hamile, onu kurtarmaya çalışan doktor ve ambulans ekibi ve deniz kıyısında sakince resim yapan yaşlı bir adam. Görünürde birbiriyle ilgisi olmayan bu insanlar hayatlarının en can alıcı 11 dakikasını geçireceklerinden habersiz Varşova sokaklarında bir aşağı bir yukarı koşuşturup duruyorlar. Yönetmen her şeyi bilen, gören ve kadir olan bir tanrı gibi bu 11 dakikayı sürekli ileri ve geri sarıp bize olup bitecekleri kıyısından gösterip, istemediklerini saklayarak; bunu yaparken de kulakları tırmalayan sesler ve müziklerle sürekli diken üzerinde kalmamızı sağlayarak 81 dakika boyunca koltuklarımızda gerilmemize sebep oluyor. Öyküdeki kopukluk ve tutarsızlıklar bir yana “kesişen hayatlar” ele alınarak yapılmış sürüyle filmden çok ilginç ve titizlikle çekilmiş bir örnek olarak ayrılıyor büyük ustanın filmi.


Canavarlar yatağın altında değil aramızda

Şeytanlar: Uluslararası yarışmaya Kanada’dan katılan Şeytanlar Philippe Lesage’ın ikinci uzun metrajlı filmi. Kanada’nın küçük ve huzurlu bir banliyösüne kamerasını çeviren Şeytanlar bir büyüme ve “aslında hiçbir şey göründüğü gibi değildir” filmi. 10 yaşındaki Felix, anne babası ve abla abisiyle yaşayan, görünürde son derece mutlu ve sıkıntısız bir hayatı olan sıradan bir çocuk. Ancak Felix’in ve çevresinin yaşadıklarına yakından bakmaya başladıkça hem gördüklerimizin bir yanılsama olduğunu anlamaya başlıyor hem de güvende sandığımız ailelerimizin etrafının şeytanlarla sarılı olduğunu fark ediyoruz. Babasının sınıf arkadaşının annesiyle ilişkisi olduğunu anlayan, bunun ruhunda açtığı yarayı tamir edemeden bir de cinsel uyanışlarını yaşamaya başlayan küçük Felix büyümenin bu anlamlandırması zor safhasını kolay atlatamayacak gibi görünmekte. Yaşadığı huzursuzluk yüzünden yaşıtlarına kabadayılık yapmaya çalışırken bir yandan da çocukluğun verdiği saflıkla duyduğu her şakaya, saçma sapan şehir efsanesine inanmaya başlayınca uykuları kaçmaya başlıyor. İşin içine bir de çocuk tacizi ve tecavüzü girince koltuklarımızda geriliyoruz ister istemez. Ancak senaryonun bir filmin içine birçok konuyu sıkıştırmaya çalışmaktan kaynaklanan sorunları mevcut ve bu hem filmin gereksiz yere uzamasına hem de ana hikayeyi elden kaçırıp istediğini anlatamamasına sebep olmuş. Büyümek her yerde ve kültürde sancılı bir süreç, yanınızda sevgi dolu bir aile varsa altından daha rahat kalkabilirsiniz demiş Şeytanlar; şeytanlarını kovmaya çalışırken.


Çocukluğun umutlu hayalleri

Ezgiler Ezgisi: 1905 yılında Ukrayna’da bir Yahudi köyünde geçen Ezgiler Ezgisi adını bir şarkıdan alıyor. Filmden anladığım kadarıyla bir halk şarkısı olan ve sevgiliye adanan bu şarkı iddiasız ama şiir gibi çekilmiş bu Rus filmine çok yakışmış. Shimek ve Buzya daha 10 yaşında, komşu evlerde büyüyorlar. Fakir ve yolları çamur içindeki bir köyde yaşayan ailelerinin ve komşularının tek derdi keçimiz olsa da süt sağsak olan bu insanlar dini geleneklerine de çok bağlılar. Çocuklar bir haham tarafından eğitiliyor, kulakları çekiliyor ve içlerine cehennem korkusu sokuluyor maalesef. Tüm bu fakirlik ve asık suratlılık içinde boğulan Shimek beline kadar inen kızıl saçlarıyla gerçekten de bir prensesi andıran Buzya’ya hem okulda öğrendiklerini hem de uzak diyarlardaki prenseslerin masallarını anlatıyor. O hayattan kaçıp güzel yerlere gidebileceklerine inanan bu güzel çocuklar (el ele yürümek yasak olduğu için) yan yana yürüyerek soğuk, kar yağmur demeden dolaşıp hülyalara dalıyorlar. Yönetmenin ustalıkla her bir anını tablo yapar gibi çektiği bu düşsel sahneler temposuz ve az diyalogla sıkıcı sayılabilecek filmi gözlere hitap eden bir biçim denemesine dönüştürüyor. Her çocuk gibi Shimek ve Buzya da büyüyor nihayetinde; büyüdükçe kırılan hayallerini birbirlerinden başka kimseye anlatamadan, sessizce ve sevgiyle yanyana oturup susuyorlar. Kalp kırılırken çok ses çıkmıyor zira, o kalbin sahibinden başkasına. Kadın yönetmen Eva Neymann’ın filmi bu yıl ilk kez kadın yönetmenlere verilecek Audentia ödülüne de aday aynı zamanda.


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER