Hikaye ve senaryo tamamlandığında, bu hikayeye uygun oyuncu seçimi, mekan seçimi, kostüm seçimi, sponsorların değerlendirilmesi gibi detaylara gelir sıra. İşte bu noktada bir orkestranın yönetilmesi gibi proje ete kemiğe bürünür. Karakterler kanlı canlı açığa çıkar. Mekânlar elle tutulur hale gelir. Uygulama ve beraberinde gelen tepkiler doğru yolda olduğunuzu gösterir. Ardından bu başarı reytinglere de yansır. Yazar mutlu, uygulayıcı mutlu, oyuncu mutlu, seyirci mutlu... Kazan kazan kazan…
Yukarıda saydığımız temel unsurları gözden geçirdiğimizde Kiralık Aşk’ın başarısının tesadüf olmadığını kolaylıkla anlayabiliriz. Hikâyeler merak uyandırdıkları ölçüde vazgeçilmez olurlar demiştik. Kiralık Aşk ters köşeleri ile merak duygusunu hep canlı tuttu. Romantizmi veriş şekli farklıydı; ilk bölümde verilen dikkat çekici öpüşme sahnesine rağmen, başrol oyuncuları arasındaki tutku tırmansa da öpüşme olmadan pek çok bölüm geçti. “yalnız, alev aldı buralar, almasın mı?”, “ Bozayım mı rujunu?”, “stiletto”, “Şurada yaşamam mümkün müdür acaba” gibi repliklerle hatırlayacağımız sahneler tutkuyu ekranlara taşıdı. Oyunla ilgili gizem Demokles’in kılıcı gibi tepemizde bizleri her daim canlı tuttu. Başrol oyuncularının dışında diğer karakterler de oturdu, neşe kaynağı oldu.
Sonra bir şey oldu;
Kimi seyirci "yaz dizisiydi, senaryoyu yeni dönem için uzatırken problem oldu" dedi. Kimi "başrol oyuncularının arasında problem var" dedi. Kimi, "yönetmen değişti ondan" dedi. Kimi, "senaryo ekibinden ayrılan olmuş, o yüzden aksaklık oluyor" dedi. Kimi, "oyuncular yorgun, hasta, konsantre olamıyorla" dedi. (Sağlıkla ilgili nedenler herkesin malumu, hiç girmiyorum.)
Ben ise yazdığım tüm yorumlarda da belirttiğim gibi arkama yaslandım, senaristimize güvendim ve izlemeye devam ettim. Ta ki kendimi, dizinin 36. Bölümü bittikten sonra iki küsur saatte başka ne yapabilirdim diye düşünürken bulana kadar. Şaşırdım, hem de çok. Tamam, itiraf ediyorum; bazı bölüm sonlarında kızdığım, üzüldüğüm olmuştu. Ama ilk defa “keşke başka bir şey yapsaydım” hissi ile biten bir bölüm oldu. Nedenini bilemediğim bir kırgınlık hali oluştu. Daha sonrada içim buz gibi oldu.
Düşündüm… Kendi adıma ruh halimi çözmeye çalıştım. Garip olan şu ki diziye dair merak hissim kaybolmuştu. Bundan sonra Defne ve Ömer 37. Bölümde evleniyor deseler umurumda olmadığını fark ettim. Oyunun ortaya çıkıp çıkmaması önemli değildi artık benim için. Sonra merak hissimin kaybolmasının sebebini bulmaya çalıştım;
Son bölümlerde, Defne ve Ömer’in birlikte, toplamda yarım saati zor bulan sahneleri mi? Bu sahnelerdeki duyguların bir türlü bana geçmemesi mi? Defne ve Ömer'in aynı evde bile kalsalar bir türlü konuşamamaları mı, iletişememeleri mi,? Gallo’nun sahnelerine gösterilen ekstra özen mi? Galo-Ömer sahnelerini değerlendirdiğimizde gösterilen gereksiz özenin bizi “Ömer Defne’yi sevdiğini sanıyor galiba, esas kız Galo mu acaba, yok artıııık” düşüncelerine sevk etmesi mi?
Gallo’nun ultra iyi, mütevazı, bir o kadar da yetenekli oluşunun gözümüze sokulması mı? Gallo’nun Ömer ile sahnelerindeki flörtöz hava mı, imalı müzikler mi? Neriman, Sude, Yasemin, Deniz karakterlerin keskin, kötü, entrikacı yanlarının daha çok görülmesi mi? Necmi, Sinan, Serdar, Nihan, İso gibi karakterlerin kötülük düşünen karakterlere karşı sessizliği mi? Defne’nin mücadelesinde yeteri kadar destek olmamaları mı? Ömer’in “bulucam ve bitecek bu iş" demesinin üzerinden kaç bölüm geçmesine rağmen, şüphelerinin peşine düşmemesi mi? Kapısına ağlayarak gelen Defne’nin sırrı paylaşmaması üzerine kendini ondan mahrum bırakarak öğrenmeye çalışması mı?
Ömer’in eskisi gibi sakin ders veren tarzından çok, asabi toleranssız tavır sergilemesinden mi? Defne’nin Ömer’e kavuşmak uğruna geçici çözümlerle günü kurtarmaya çalıştıkça her geçen gün köşeye sıkışması mı? 11. ihtimali düşünelim derken klişelerden kurtulamamak mı? Pek çok sahnede sürekliliğin olmayıp, kopuklukların hissedilmesi mi? Defne ve Ömer’in sınıfsal farklılıklarının daha keskin vurgulayan sahnelerin olması mı? Ömer’in Defne’yi istakoz yemeğe götürmesi gibi klişe bir sahne mi? Barış Arduç ‘un hastalığı nedeniyle ekstra eklenen bölümün ana senaryoya tam olarak bağlanamamasından mı? KA izleyicilerinin birbirini eleştirenler ve destek olanlar olarak ötekileştirmesi mi? Eleştiri dozunun çirkinleşmesi mi? Eleştiriye toleransın azlığı mı?
Yazı devam ediyor..