The Revenant: Vahşi doğada hayatta kalma mücadelesi

The Revenant: Vahşi doğada hayatta kalma mücadelesi
Bu sefer olacak mı dersiniz?
Senenin en çok konuşulan filmlerinden, 12 dalda Oscar adayı The Revenant, bizdeki adıyla Diriliş bu hafta itibariyle sinema salonlarımızın misafiri. Diriliş'in Oscar gecesine damgasını vuracağı kuşkusuz. Geceye damga vuracak bir diğer isimse elbette ki Leonardo DiCaprio. Özlem sona erer mi, kendisi Oscar heykelciğine kavuşur mu göreceğiz. Ama öncesinde biraz Diriliş'ten konuşalım.

Diriliş, Michael Punke'ın 1823 yılında yaşanmış gerçek bir hikayeden yola çıkarak kaleme aldığı The Revenant: A Novel Of Revenge kitabından uyarlama bir Alejandro González Iñárritu filmi. Iñárritu, senaryoyu Mark L. Smiht ile beraber yazıyor. Oscarlı yönetmen Alejandro González Iñárritu’yu Amores perros, Babil, 21 Gram, Biutiful, Birdman gibi oldukça önemli filmleriyle tanıyoruz. Iñárritu sinemasına hayranım. Geçen yıl da en iyi film Oscar’ını Birdman’in almasını istiyordum. Bu konuda geç de olsa sevincimi sizlerle paylaşmış olayım. ^_^

Ne diyordum? Iñárritu sineması. Iñárritu sinemasının son harikası Diriliş, bizi Hugh Glass’ın hikayesine konuk ediyor.

Hugh Glass, hayat hikayesiyle Amerika’da bir efsane. Hugh Glass, kürkleri için hayvanları avlayan bir şirkette çalışıyor. Yerli karısı öldürülmüş, melez oğluyla birlikte hayatını sürdürüyor. Glass ve ekibi, bir yandan Kızılderililer bir yandan Fransız birliklerinin tehdidi altında oldukları bir bölgede görev yaparken yerlilerin saldırısına uğruyorlar. Ekipten kayıplar veriliyor, kalanlar yine Glass’ın önderliğinde kaçmak durumunda kalıyor. Bu kaçış döneminde bir gün, Glass tek başına keşif için ormanda dolaşmaya çıkıyor ve bir ayının saldırısına uğrayarak ağır bir şekilde yaralanıyor. İşte “diriliş” olarak adlandırabileceğimiz meselemiz de tam burada başlıyor.

Diriliş, doğanın savaşını da gözler önüne seriyor. Güçlü hayvan, zayıf hayvanı öldürüyor. İnsan hayvanı öldürüyor. Güçlü insan zayıf insanı öldürüyor. Sürekli bir “kazanma” hali süregelirken, kadrajımıza giren her canlı hayatta kalma savaşı veriyor aslında. Ve bu hayatta kalma savaşına doğanın sert koşulları da ekleniyor. İyilik ve kötülük de iç içe geçmiş durumda. Bu iç içe geçen duygular arasında hayatta kalmak için her canlının farklı bir sebebi var.


Tahta parçası deyip geçmeyin, ben tahtalarla neler neler yaparım aklınız şaşar.

Glass’ı hayatta tutan da John Fitzgerald’ı bulup ondan intikam alma dürtüsü. Fitzgerald, hikayenin başından beri dikkat çekici bir asilik içinde boy gösterse de klişe bir kötü adam çizgisine yerleşmemesi bana keyif verdi. Mesela; Glass’ı diri diri toprağa gömmesi bile salt kötülükten değil daha çok korkudan. Tıpkı Glass’ın söylediği gibi; “O korkuyor.” Nihayetinde tüm karakterlerimiz korkularıyla da yüzleşiyor.

Diriliş, klasik bir western. Şiddeti temel alması sebebiyle bazı sahnelerde izlemesi zor fakat inanılmaz keyifli bir seyirlik. Önceden böyle şiddet sahnelerine sahip filmlere hiç yaklaşamazdım, sonra sonra sevdiğim oyuncuları, yönetmenleri izlemek adına gözlerimi kapatmadan bana anlatılanı izlemeye başladım. Diriliş'i izlerken de eskisi kadar etkilenmediğimi fark ettim. Ama Glass hayatta kalmak adına bazı şeyleri yedikçe, refleks olarak gözlerimi kapadım itiraf etmeliyim. Fakat tabii ki, vahşi hayat ve intikam gibi kavramları konu alan bir filmin pembe hayaller sunmasını beklemiyordum; çabuk toparlandım.  

Filmin belki de en çok konuşulan sahnesi olan Glass ve ayının boğuşmasında da zaman zaman gözlerimi kapatmak istesem de sağsalim o sahneleri bitirdim. Muhteşem bir sahneydi! Glass’ın gözlerindeki korku sahneden çıktı, içime yerleşti. Sanki ayı bana saldırdı. Çok etkileyiciydi.

Gelgelelim, Glass ve Fitzgerald’ın finaldeki sahnesi, Glass ve ayının boğuşması kadar etkilemedi beni. Uzun uzun çırpınmasalar, Glass çekse tetiği, Fitzgerald’ı vursa daha çok etkilenirdim muhtemelen.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER