Ben, ortalama
dünyalının Star Wars evreni ile
hesabını kapattığını ilk düşündüğü senede geldim dünyaya. 1983. İlk seri
tamamlanmış; insanlık sinema tarihinde daha evvel rastlamadığı pek çok yeni
kavramla tanışmış olarak Jedi’ın dönüşü ile gücün iyi tarafının kötü tarafını
yenmesine tanıklık ederek huzura ermişti. Lucas’ın anlattığı hikaye; aslında en
basit kertede bir iyi x kötü savaşı, faşizm x özgürlük mücadelesi, içsel x dışsal çatışma olarak
tanımlanabilecek olsa da; sinema tarihi ve oradan hareketle popüler kültürün
akla gelebilecek tüm katmanları için on yıllar boyunca açmakla bitiremeyeceği
yapraklar yeşertmişti.
Orjinal Star Wars
hayranlarından olduğumu asla iddia etmeyeceğim. Hatta; gerçek Star Wars
sevenlere saygısızlık yapmama adına kendimi; her nefes alıp veren insan
formunun bir biçimde tanışması icap ettiği için Star Wars ile tanışan bir
ortalama seyirci olarak da etiketleyebilirim. Keza belki buradan yola çıkarak, bu
kez yaşım yetmesine rağmen ikinci Star Wars üçlemesini bile sinemalarda değil
yıllar sonra DVD’lerinden izlemiş olmamı açıklamak mümkündür belki sizlere.
Neticede; filmlerin hepsiyle yıllar sonra serinin “die-hard” denemeyecekse de
oldukça sıkı hayranı sayılan erkek arkadaş tarafından “izlememiş olman kabul
edilemez!” düsturuyla tanıştırılmış bir kişi tarafından kaleme alınmış bir Star
Wars yazısı okumaktasınız. Yani ya çömezce ve hatta hunharca ortaya atılması
muhtemel tespitlerimi mazur görmeniz bekleniyor; veya tarafımca -tüm uzay
kovboyu kibarlığıyla- bu hafta sonu itibariyle “interneti kıran” (“break the
internet” terminolojisini nasıl tercüme etmem gerektiğini bilemedim) binlerce
sayfa Star Wars güzellemesine doğru 12 –
14 değil! – parasec’ten daha hızlı olarak kibarca yolcu edilmektesiniz. (Evet,
hala daha geek olmadığım iddiasını
korumaktayım)
Yine de bu durum,
benim gibi bir dünya insanın haftalar öncesinden –kişi başı 34TL’ye varan küçük
“servet”ler ödemek suretiyle- 10 (veya duruma göre 32 veya 38) yıl sonra sinema
salonlarını izleyecek şey kıtlığından çıkmışçasına Star Wars seyretmek için doldurmasına
engel olmuyor. Star Wars her şeyden önce bir popüler kültür öğesi; temsil
ettiği şey bir galaksiler ötesi iyi-kötü mücadelesi olmaktan çok, kült deyiminin
içini icat olduğu günden bu yana belki en fazla doldurmuş “bir galaksi dolusu
unsur”. Kayıtsız kalınamıyor, uzaklaşılamıyor, soyutlanılamıyor. Sinemaya
gitmeyi bile sevmeyen anneme BİM’de Darth Vader yastığı baktıran bir “güç”ten
bahsediyoruz.
İşte belki de bu
güç, haftalar önce 34 TL’ye alınan biletle IMAX standartlarına özel gerilmiş
geniş beyaz perdenin önüne geçip – bana göre daha ziyade baş ağrıtan – 3D
gözlükleri takıp o ikonik melodi eşliğinde galaksinin derinliklerine doğru akan
yazıyı izlerken duyulan garip heyecanın sırrı. Açılış gecesinde –belki bir
anlamda “işgal ettiğim” - bu sağ arka köşelere doğru koltuğumdan uzanarak
ağzına kadar dolu demenin abartmaya girmeyeceği salona baktığımda; hipnotize
edilmişçesine ışığı takip eden tüm bu izleyicilerin bir kısmının Star Wars
fandom’unun gerçek mensupları olduğunu; büyük kısmının ise bu “heyecan” için
burada bulunduğunu hissedebiliyorum. Bunun için Jedi güçlerine sahip olmak
gerekmiyor.