Bu sevdada bahtsız mıyım
Gülizar?*
Cansu Mimaroğlu
Çağan Irmak, hem televizyondaki hem
de sinemadaki işlerini severek takip ettiğim, kaliteli işler üretme
çabasını sevdiğim bir isim. Aynı şekilde, Farah Zeynep Abdullah’ın da hem
oyunculuk gücünü hem de ışıltısını çok beğeniyorum. Anlayacağınız, dün akşam
yayına giren “Gülizar” dizisinin ilk bölümünü -konuyla hiç alakası olmasa da,
başlıktaki şarkı dilime dolana dolana- izlemek amacıyla ekran karşısına geçmek
için yeterli nedene sahiptim.
Hevesle beklediğimden; tadı
kaçmasın, bazı beklentiler yaratmasın da bölümü izlerken alacağım keyif
maksimuma çıksın diye, bilhassa tanıtımlarını dahi izlememiştim. O yüzden de
büyük bir merakla izlemeye başladım, fakat üzülerek söylemeliyim ki bölüm
bittikten sonra diziye umduğum kadar ısınamadığımı, beni peşinden
sürükleyemediğini hissettim. Biraz savruk, biraz aklı karışık bir bölümdü sanki
izlediğimiz. Gülizar’ın tertemiz umutlarına ve hayallerine mi, onların kısacık
bir süre içerisinde bin bir çeşit badireyle paramparça oluşuna mı, çiftlik
ahalisinin hırslarına mı odaklansak bilemedik. Bir gün önceden; neşeyle,
şarkıyla ve umutla başlayan bölümde, ilk 1 saatten sonra dikkatim dağıldı.
Hatta bir süre sonra, başlangıçta Gülizar’ın katil olduğunu(!), şarkı söyleme
isteği ve yeteneğini bile unuttum. Çünkü bence, Şerif Abla’nın pavyonundaki
birkaç konsomatristin iş yoğunluğundan, Murat’ın (Berk Cankat) hayrına ücretsiz
yaptığı hayvan ameliyatlarına, ismini bilmediğim büyükhanımın (Şerif Sezer)
peynir tadımından, Murat’ın annesinin Murat ve Mine’nin (Sevtap Özaltun)
aşkından duyduğu endişeye kadar, ilk bölüm itibariyle ayrıntılarda biraz fazla
boğulduk. Bilhassa da çiftlik ahalisinin beni sıktığını söylemeliyim.
Gülizar’ın şarkı söyleme aşkının
bu hikayedeki yerini de şimdilik anlayamadım. Babasından kalacak para sayesinde
bu arzusuna kavuşacak olabilir elbette ama, mandıralar sahibi bir
ailenin çiftliğinde, çeşitli büyükbaş ve küçükbaş hayvanların arasında doğayla
iç içe yaşayacak olması ile şarkıcılık hayali arasında bir bağ kuramadım.
Klasik söylemle; neden şarkıcılık? Yani hayali; “şarkıcılık” yerine başka bir
şey de olsa garipsemezdim. Gülizar’ın dizinin başında söylediği şarkıda
bahsettiği “değişik el”den kasıt; onu bu hayallerine kavuşturacak biriyse, o
kişi çiftlik ahalisinden çıkmaz gibi. Hangisinin Unkapanı’nda tanıdığı vardır
ki? :) Ha o el, Gülizar’ın pavyona düşmesini son anda önleyerek hayatının
kararmasını engelleyen Veysel’i (Osman Alkaş) anlatıyorsa o kabulüm tabii.
Hep olumsuz konuştum belki ama
sevdiğim kısımlar da oldu elbette. Gülizar’ın hayat şarkısındaki pozitif
duruşunu ve dirayetini, Suzan’ın (Ebru Cündübeyoğlu) Gülizar’a sahip çıkma
kararlılığını, Fettah’ın (Berkay Ateş) dostluğunu sevdim. En sevdiğim ve
etkilendiğim sahne ise baba kızın çok gecikmiş kavuşması ve yarım kalan
hesaplaşması oldu. Resmen burnumun direği sızladı o anlarda. O hasta adamın
kızı için ayağa kalkıp özenle giyinmiş olması, Gülizar’ın o kuyruğu dik tutmaya
çalışan, umursamaz ve öfkeli tavrının altındaki özlemi, hayreti ve baba
sevgisine açlığı beni çok etkiledi. Mehmet Rıfat Bey, kızının kokusunu son kez
içine çekip vicdan azabını dindirerek bir nebze de olsa gönül rahatlığıyla hayata
gözlerini yumdu. Fakat Gülizar elinde; çok geç bulup çok erken kaybettiği
babasının bir anlık varlığının sıcaklığı, bir anda yok oluşunun acısı, cevapsız
kalan bir sürü soru, haykırılamayan isyanlar ve ondan nefret edenlerin
suçlamalarıyla kalakaldı. Çok şey anlatan, pek çok hissi geçiren bir sahneydi.
Hikayenin omurgası olan Farah
Zeynep Abdullah’ı, hem artık günümüzde geçen bir hikayede izlediğim için, hem
de izlediğim her anda kendisine inandığım için çok mutluyum. Gülizar tamamdır
yani benim gözümde. Hâlâ güpgüzel olan Ebru Cündübeyoğlu’na ise, pavyonda
tuvalet temizleyecek hale gelmiş eski konsomatris muamelesi yapılması birazcık
kalbimi kırdı doğrusu. Halbuki pavyondaki pek çok kızdan daha genç duruyordu. Onun
Suzan'ını sevdim, Gülizar’a olan sevgisi ve bağlılığı da etkiledi beni. Şerif
Abla’dan kurtulup sağ salim çiftliğe gelerek oranın havasını değiştirmesini
hevesle bekliyorum. Bir önceki rolünde nefret edilesi bir adamı canlandırdıktan
sonra, şimdi de esas kızın fedakar arkadaşını inandırıcı bir şekilde
canlandıran, “eşek sudan gelinceye kadar kalp kırma” yetisine sahip Berkay
Ateş’i de beğendim. Özetle, İzmir tayfası komple cuk olmuş. Çiftlik ahalisine
ısınmak için ise daha zamana ihtiyacım var. Hatta siz kombiyi biraz daha açın
lütfen.
Keşke daha derli toplu, ilgimin
dağılmasını önleyecek bir ilk bölüm izlemiş olsaydık. Çünkü, bu sezon severek
takip edeceğim bir dizi bulamama bahtsızlığıma üzülerek “Bu sefer de umduğumu
bulamadım.” deyip, televizyonu kapatmak istemiyorum. Aksine, en başta
bahsettiğim nedenlerden ötürü bu işi çok sevmek, sahiplenmek hevesindeyim. Ömrü
uzun, reytingi bol olsun.
*Gülizar, Emel Sayın
Yazı devam ediyor...