Rengini soldurmalarına izin verme Gülizar!
Merve Yıldırım
Çağan Irmak’ın dokunduğu işleri her daim merak edenler
kulübünün bir üyesi olarak Gülizar’ın peşine düştüm ben de. İtiraf edeyim, Gülizar’ın
tanıtımını ilk gördüğümde izlemek için sabırsızlanmadım. Hatta, Gülizar’ı
izlememin en büyük sebebi de ‘Bir Çağan Irmak projesi’ olmasıydı.
Ama bölüm başlar başlamaz o kıza, Gülizar’a ısındım. Farah Zeynep Abdullah, enfes bir Gülizar çıkarmış içinden. Şarkı
söylerken, çiftliğe girerken, babasıyla karşılaştığında ve daha birçok sahnede
hop oturup hop kalktım onunla. ‘Ah be Gülizar!’ dedim. ‘Keşke, babanın
varlığını doya doya hissedebileceğin, canın yandıkça hesap sorabileceğin biraz
zamanın olsaydı.’ Babasıyla hesaplaşmaya çalışan küçük bir kız çocuğunu izlemek
isterdim doğrusu. Fakat bu hesap sorma durumunun ‘ölü’ bir babayla da
gerçekleşeceğine şüphem yok.
İzmir’i, İzmir’i böylesine güzel gören birinin gözünden
izlemek ne hoş. Dizinin açılışı, Gülizar’ın gönlü gibi rengarenkti. Tıpkı İzmir
sahnelerinin geri kalanı gibi. Suzan’dan Fettah’a, Şerif’ten Teksoy’a kadar
İzmir sahnelerinde yer alan herkes bir renk paletinin farklı tonları gibiydi.
Seyri keyifli, akış dinamik. Fakat İzmir’de ne kadar eğlendiysem çiftliğe
uzandığımızda o kadar kaçmak istedim. Sepetçi Çiftliği’nin heybeti, orada nefes
alan herkesi ruhsuzluğa büründürmüştü sanki. Ben Gülizar olsam, babamın
cenazesinden hemen sonra kaçardım o çiftlikten. İyi ki Gülizar değilim. Ruh sıkıcı dar kadrajların yarattığı klostrofobik görüntülerin, dört duvar arasına sıkıştırılmış çok konuşan, anlatan ama göstermeyen karakterlerin ve oyunculuk performanslarının da çiftlikten kaçma duyguma oldukça katkısı var.
Karakterlerin dertlerini az çok anladığımız bir bölümdü, tabii ben ilk bölüme göre -bence- gereksiz birçok detayın peşinden koşmaktansa Gülizar'ın neden şarkı söylemeye bu kadar sevdalı olduğunu öğrenmek isterdim. Gülizar'ın tutkuyla bağlı olduğu, video yüklerken dualar ettiği bir hayali var ama bu hayalin tutunduğu dal nedir, ne değildir bilmiyoruz. Yakın gelecekte; hayatını çiftlikte geçiren Mine, çiftliğe bomba gibi düşen Gülizar ve kendi
ayakları üzerinde durmaya hevesli ama Mine’den de kopamayan Murat arasında bir
aşk üçgeni kurulacak; sonrası Çağan Irmak ve senaryo grubunun hayal gücüne
kalmış. İyi, güzel, hoş fakat ben Murat’tan zerre etkilenmedim. Berk Cankat’a
karşı negatif de değildim halbuki ama ilk bölümden Murat’ın sahneleri
çıkartılsa ve tekrar izlesem gözüm onu aramaz. Tabii ilerleyen bölümlerde her
şey değişebilir fakat Murat’ın silkinip duygusuzluğunu atması şart. Aksi halde
Gülizar ve Murat arasında kurulacak bir ilişkiye de sıcak bakabileceğimi
düşünmüyorum.
Gülizar’ın en beğendiğim sahnesi baba-kız arasında geçen o
kısacık andı. Kızını hasta yatağında
değil de takım elbiseler içinde ayakta karşılayan hasta bir baba ve içinde
büyüyen şaşkınlığı kısacık bir gülümsemeye bırakan Gülizar… Başka bir dizide bu
sahne bangır bangır bir şarkıyla bütünleşirdi, şarkı sözleri karar verirdi
gözlerimin ne zaman dolacağına. Müzik kullanmayıp, sadece baba ve kızına
odaklanan Çağan Irmak’a ayrıca teşekkür ederim. Ancak eğer bir diziyi ve sahnelerin altını müziğe boğmuyorsanız o zaman o sahnelerin hışırdamasını, ortam seslerinin sanki ham kurgu izliyormuşum hissi yaratmamasını da sağlamalısınız diye düşünüyorum.
Bütüne baktığımda çok etkilendiğimi söyleyemem ama bu satırlara kadar bahsettiğim üzere çok keyifle izlediğim sahneler vardı. Biraz daha derli toplu bir ilk bölümle tadından yenmezdi. Ben Gülizar'ın rengarenk gönlünün herkese ruh katacağına inanıyorum, umarım dileğim gerçek olur ve doyasıya izleriz diziyi. Aksi olur, Gülizar'ın rengini soldururlarsa ben de müsait bir yerde iner, Gülizar'ın arkasından el sallarım üzüntüyle. Emeği geçen herkesin emeklerine sağlık, yolunuz açık olsun...
Yazı devam ediyor...