İşte bu bizim hikayemiz…
Cansu Mimaroğlu
Baştan söyleyeyim, Shameless’ı
izlemedim. Bu benim için bir kayıp mı bilemiyorum ama, başından beri “Shameless uyarlaması” olarak lanse
edildiği için, daha yayına bile çıkmadan gereğinden fazla eleştiri aldığını
düşündüğüm bir işi önyargısız bir şekilde, “Ya bu karakter böyle olmuş mu?”
veya “Bunun orijinalinde kızın saçları daha kısaydı, oğlanın gözleri maviydi.”
demeden izleyebildiğim için mutluyum.
Hikâyenin adı üstünde; Bizim Hikâye. Bize hiç de yabancı değil; hayat mücadelesi veren,
bir şekilde ayakta kalmaya çalışan kalabalık bir ailenin başından geçen olaylar
diye özetleyebiliriz. Kardeşlerine sahip çıkmak için çabalayan esas kızımız bu
arada hayatının aşkıyla da karşılaşacaktır elbette.(Aşksız dizi mi olur?) Yani hikâye
olarak yeni bir şey söylemiyorlar aslında, benzer zorlu hayat mücadelelerini
anlatan pek çok dizi sayılabilir. Ama ben Bizim
Hikaye’nin anlatım dilini sevdim. Zira elimizde, bolca acılı dram sosuna
bulanarak sunulmaya çok müsait bir konu var fakat bu yolu tercih etmemişler ve
bu benim çok hoşuma gitti.
Mesela Filiz’in kardeşlerinden birinin sakat olup
ameliyat için çokça paraya ihtiyaç duyulması, çalıştığı işyerindeki patronun
Filiz’e sarkıntılık etmesi yahut babanın sokakta adam bıçaklayıp karakollara
düşmesi gibi, özellikle de son dönemlerde Türk dizilerinde görmeye
alıştı(rıldı)ğımız birtakım olağan(!) aksiyonlar yaşanmadı ilk bölümden. Karakterleri
tanıdık, özellikle kardeşler arasındaki sevgi bağının sahiciliğine inandık,
herkesin derdi bir taraftan göz kırpıp kendini belli ederken, kendimizi Filiz’in
yerine koyup mücadelesine ortak olduk. Ee ben daha ilk bölümden başka ne
isterim ki?
Tabii yine de arada sıkıldığım yerler oldu, bilhassa
da baba Elibol’un serserilik maceralarının beni hiç sarmadığını söylemek
zorundayım. Onun yerine Filiz ve Barış’ı görmeyi tercih ederdim. Hazal Kaya ve
Burak Deniz çok yakışmış yahu.^^ Onlar birbirlerine tatlı tatlı bakıp
gülümsedikçe benim de içim sıcacık oldu. Henüz Barış’ın “ne ayak” olduğu biraz
muamma olsa da, inişli çıkışlı ama etkileyici bir aşk yaşayacaklarına
inanıyorum. Yani o açıdan beni heveslendirdiler. Bir de Hazal Kaya’nın, Filiz’i
sahiplenişi, yorumlayışı çok hoşuma gitti. Gerçekten özümseyip çıkarmış
karakteri. Dram dizilerindeki gibi fonda arabesk şarkılar, ağlak kemanlar
çaldıracak kadar kardeşleri için saçını süpürge ederken kendini tamamen unutmuş
esas kızlardan değildi. Öylesine doğaldı ki, senin benim gibi hayat
gailesindeki genç bir kızdı işte. Ama yine de güçlü duruşunun altındaki
yaraları, babasının ağzından kendini takdir ettiği kısacık sahnede gördük. O
sahne öyle incelikle yazılmış ve oynanmıştı ki ufaktan bir burnumun direği
sızladı. İnsan ne kadar içinden gelerek yapsa da bazen yaptıklarının kıymetinin
bilindiğini duymak, bir takdir görmek istiyor elbette. Bu insana yola devam
etme gücü veriyor…
İlk bölüm itibariyle dikkatimi çeken bir diğer
performans da Nejat Uygur’un performansıydı. İzlerken “Kumaşı sağlam duruyor bu
çocuğun.” diye düşünüp kim olduğunu araştırınca kumaşın sağlamlığının atadan,
dededen geldiğini anladım. :) Öyle devasa etkileyici bir sahnesi yoktu belki
ama olduğu zaman da çatır çatır oynayacakmış hissini verdi bana. Fav’a attım
yani.
Aslında castı genel olarak beğendim. Hele evin en
küçüğünü oynayan çocuğa bayıldım. Karakter ve oyuncu bazında gözümü tırmalayan
tek isim ise Nesrin Cavadzade oldu. Türk dizi sektörünün vazgeçemediği, “fakir
esas kızın, aşk konusunda onu daima gazlayacak, süse püse düşkün, hafif hoppa
ama özünde temiz kalpli kankası” rolü hem çok bilindikti hem de giyimiyle,
konuşmasıyla, saç modeliyle 80’lerden çıkıp gelmiş gibiydi.
Özetle ben bu işi sevdim, haftaya Perşembe akşamı
yeniden ekran başında olurum. Sonrası Allah kerim… Listede bol şans, yolu açık
olsun.
Yazı devam ediyor...