Gitmek kolay, zor olan geride kalmak…
Şule Kayabaşı
Bölümün ilk sahnesini daha önceden
paylaşıldığı için izlemiş olmama rağmen sanki ilk kez izliyormuş gibi hissettim.
Şehit düşen bir askerin geride bıraktığı insanlar… Bir gün, biri çalar kapıyı;
bir albay, psikolog ve ambulans görevlileri. Daha kapıyı açar açmaz niye
geldiklerini bilir insan ama kabul etmek istemez. Şehit haberi alacağını bile
bile umut eder “Belki yaralı kurtulmuştur.” diye. Sonra eline bir bayrak
tutuşturulur ve “Oğlunuz bu vatan için şehit düştü.” denir. Söylenecek tek bir
şey kalmıştır: VATAN SAĞ OLSUN!
Yakınlarımdan birini şehit vermedim ama
kendimi bildim bileli şehit haberi duyuyorum. Artık şehitler isimleriyle değil
sayıyla ifade ediliyor haber bültenlerinde. Eğer şehit sayısı az ise
şükrediliyor. Maalesef… Öyle sıradan bir hal aldı ki “Şehit var!” denildiğinde
ailesinin neler yaşadığı düşünülmüyor çok fazla ya da en fazla “Allah sabır
versin.” sözleri ile geçiştiriliyor. O ana babanın ağzından çıkan “Vatan Sağolsun!”
sözünün ağırlığını insan söylemeden bilebilir mi? Canının parçası evladın
gitmişken bu sözü söylemek her baba yiğidin harcı mı?
Amacım duygu sömürüsü yapmak değil. Ama vefa
duygusunun kaybedilmemesi gerek. Bizler şehirlerde rahat rahat uyuyabilelim
diye gözlerini kırpmadan canlarını feda eden insanları, onların ailelerini
unutmamak gerek. Söz dizisinin gidenin ardında bıraktığı insanları anlatarak
başlaması bu açıdan çok iyi oldu. Asker odaklı bir dizi yapmak sadece savaş
veya yakın dövüş sahneleri ile olmaz. Ölmek birkaç saniye ama geride kalanın
acısı bir ömür sürüyor. Sadece bunu anlatarak başlaması bile izlemem için
yeterli bir sebep. Ayrıca dış sesi sevdim umarım devam ederler.
Yeni bir tim kuruldu. Tim elemanlarının bir
kısmının deliliğine şahit olduk. Özellikle Mücahit… Tam denildiği gibi şehit
oğlu şehit olmaz umarım. Bir süre hikayelerini izlemeden kimsenin şehit düşmesini istemem.
Karakterler tanınmadan, hikâyelerine dâhil olmadan şehit verilirse
hissettirilmek istenen duygu daha az olacaktır diye düşünüyorum. Bir de Ali
Haydar’ın hamile eşini bırakıp gelmesi… Sloganlaşmış ifadelerden hoşlanmasam
bile “Onlar orada ölmezler belki ama ben burada her nefes alışımda ölürüm.”
sözünden epey etkilendim. Bunda müziğin katkısını da unutmamak gerek tabii.
Diğer tim elemanlarına gelince, onları daha sonraki bölümlerde değerlendirmek
daha doğru olur. Hikâyelerini öğrendikten sonra yani…
Tim komutanı Yavuz ise apayrı bir olaydı.
Tolga Sarıtaş’ı her projede ayrı bir tipte izliyorum resmen. Muhteşem Yüzyıl’ın
savaşla işi olmayan naif şehzadesi Cihangir’den, Güneşin Kızları’nda
canlandırdığı Ali karakterinden olabildiğine farklı bir Tolga Sarıtaş izledik.
En azından ben öyle hissettim. Bunun için gerçekten tebrikler…
Askerlerin aldıkları eğitimleri,
kabiliyetlerini ve asker olmanın sadece savaşmaktan ibaret olmadığını anlatan
tarzıyla pazartesi akşamlarımı Söz için ayırmış bulunuyorum. Ayrıca uçak
testinin yapıldığı sırada dış sesin verdiği sözü tutmalısınız.
“Güldünüz değil mi? Gülmeyin. Size yalan
geliyor ama hepsi gerçek. Bu gördüğünüz adamlar dostluk için, kardeşlik için
yaşar. Savaşta silahın olmasın ama dostun yanında olsun demişler. Her biri
diğeri için gözünü kırpmadan canını verir, verecek. Siz de her şeye
gözlerinizle şahit olacaksınız. Biri ölmesin diye diğeri can verecek. Diğeri aç
kalmasın diye ekmeğini paylaşacak. Diğeri fazla uyusun diye daha az uyuyacak.
Evet, bunların hepsi olacak.” O zaman bunu bir söz olarak kabul ediyor ve
ekseninden sapmayan bölümler izlemek istiyorum.
Son olarak müziklere değineceğim. Jenerik
müziğini ilk dinlediğimde çok beğenmiştim. Gerçekten başarılı olmuş. Tebrik
ederim. Ayrıca sahneleri müzikle boğma gereği görülmemiş. Bu da bir artıydı.
Reytinglerde bol şans.
Yazı devam ediyor...